Özgür Duygu Durgun
‘’Araf’taki
Ermenilerin Hikâyesi’’, coğrafyanın kader anlamına geldiği bu toprakların en
kadim halklarından biri olan Ermeniler ve yaşadıkları hakkında, ne yapılsa hala
bir türlü halının altına süpürülemeyen gerçekleri, yaşanmış hikâyeler eşliğinde
tek tek önümüze koyuyor.
‘’Coğrafya
kaderdir’’ demiş İbn-i Haldun bundan tam yedi asır önce. Bazı
insan topluluklarının yaşadığı acılar, çektikleri eziyetler düşünülürse bu söz
daha bir anlamlı, daha bir acıtıcı sanki bugün… Bizim gibi, binlerce rengi
barındıran ve bu yönüyle dünyada nadir bir örneği oluşturan toplumlarda ne
yazık ki bu sözün olumlu yanları yerine negatif anlamları çoğaltılıp kuşaktan
kuşağa geçerek, her defasında daha da ağırlaşan bir yük haline dönüşüyor.
Coğrafyanın
bazıları için maalesef daha ağır bir kader olduğu bu toprakların kadim
halklarından Ermenileri, daha doğrusu arafta kalmış Müslüman Ermenileri konu
alan yeni bir kitap var elimizde: ‘’Araftaki Ermenilerin Hikâyesi’’ (İletişim
Yayınları, 2015). Bugüne dek aramızda bir sır gibi yaşayıp giden bu insanlar,
gazeteci Hrant Dink’in alçakça katledilmesi sonrasında, bu olayı tarihi
bir milat gibi kabul
edip teker teker gerçek aidiyetlerinin peşine düşmüşler aslında. O kadar yok
sayılmışlar ki her taraftan, kendilerini yeniden var etmeye ve görünür kılmaya
çabaları işte bu yüzden…
Müslüman çoğunluğu
içinde yüz yıldır Müslümanmış gibi yaşayan, daha doğrusu yaşamak zorunda kalan
‘Kripto’ Ermeniler’den söz ediyoruz. Gazeteci Vercihan Ziflioğlu’nun büyük bir
emekle, yıllarını vererek yazdığı kitap, işte bu halkı yani ‘’Ne Hz. İsa’ya ne
de Hz. Muhammed’e yaranabilen’’, Sünni bir Türk /Kürt ya da Kürt /Alevi gibi
yaşayan ‘’araf’’taki Ermenileri anlatıyor. ‘
’Bu kitapta
anlatılanlar, ötekinin de ötekisi Ermenilerin, daha doğrusu, arafta kalanların
gerçek hikâyeleri’’ diyor Ziflioğlu. ‘’Kayda aldığım anlatımların her birinde,
bir asır araya karşın derin acının hıçkırık sesleri var. Parçaların çoğu kayıp,
puzzle tamamlanamıyor. Kimleri isyanını ‘’Ne Hz. İsa’ya ne de Hz. Muhammed’e
yaranabildik’’ diye dile getirdi. Kimileri, ‘Biz bafilleler, kaplumbağa gibi
tehlikeyi gördüğümüzde kabuğumuza çekiliriz’ diye özetledi hislerini. O iyi
yürekli Anadolu Müslümanlarıysa Ermeni komşularının acılarını Kur’an’dan
ayetlerle örnekleyerek anlattı. Onca yıl boyunca karış karış gezdiğim
Anadolu’da edindiğim izlenim o ki, toplumsal hafıza hala çok canlı’’.
Kitapta hayatta
kalmak için kimlik değiştirerek Müslümanlaşan Ermeniler, el konulan kız /kadın
ve çocuklardan oluşan Müslümanlaştırılan Ermeniler ve Müslümanlığı kabul etmiş gibi görünüp
hala Ermeni örf ve adetlerini koruyan farklı gruplardan insanların hikâyeleri
anlatılıyor. Sünni- Müslümanlığı seçenler arasında müezzin olan, hacca gidenler
bile var. Ya da 12 Eylül askeri darbesinde işkence sırasında Ermeni kimliğini
öğrenen, Ermeni yazar William Saroyan’a şaşırtıcı benzerliğiyle dikkat
çeken Hadi Gümüş gibi insanlar… Koyu Müslüman bir ailede yetişen
Gümüş, medrese eğitimi almış. 80’de solcu olduğu için gözaltına alındığında Ermeni
olduğunu devletten öğrenmiş. Ermeni kökenli olduğu için MEB tarafından
öğretmenlik mesleğinden uzaklaştırılmış; sevdiği kadın ile evlenmesi
engellenmiş…
Ağırlıklı olarak
Kürtlerin yoğun yaşadığı Güneydoğu illerine yapılan ziyaretler sırasında o
illerde yaşayan Kripto Ermeniler ile görüşen ve bugünkü hayatlarına tanıklık eden Ziflioğlu, bir asır
geçmiş olmasına rağmen Müslüman /Kripto Ermenilerin arada kalmışlık duygusunu
derinden yaşadığını gözlüyor. Kitapta görüşülen kişilerden bazıları namaz
kılmak için camiye girdiklerinde arkalarında kimsenin namaz kılmadığını
üzülerek anlatıyorlar yazara.
Kitabın kanımca en
önemli yönü, bugüne dek çok da fazla kurcalanmayan, kendinden olan tarafından
dışlanma meselesini gündeme getirmesi. Kitapta görüşme yapılan Müslüman
Ermeniler, anlatıları boyunca sık sık İstanbul Ermenileri ve diaspora
tarafından dışlanıyor olduklarını vurgulama ihtiyacı hissediyorlar. Örneğin,
2013 yılında Hrant Dink Vakfı tarafından Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen ‘’Müslümanlaştırılmış
Ermeniler’’ Konferansı’na Şırnak’tan katılan 21 yaşındaki Melda isimli bir
Müslüman Ermeni izlenimlerini şöyle anlatıyor: ‘’Konferansta Ermenilerle, yani
kayıp parçalarımızla bir araya gelmek inanılmaz bir deneyimdi. Sırf bu
konferans için ben Şırnak’tan geldim. Hikâyelerimizi öğrenmeye çalışıyorlardı
fakat gözlerinde bir dışlama vardı. Onlardan olmadığımızı bize
hissettiriyorlardı…’’.
‘’Tüm bu
yaşananlar Müslümanlık için miydi?‘’
Kitapta Ermenileri
kurtaran Müslümanların hikâyesine de yer veriyor yazar. 1915 olaylarına birinci
derecede tanıklık eden
görgü tanıkları hala hayatta ve Ziflioğlu bu tanıkların izini Şırnak, Silopi ve
Eruh’ta sürüyor. 1915’te Hamidiye Alayları’nda asker olan ve söyleşi yapılırken
129 yaşını süren Mehmet Esen ile yapılan mülakat etkileyici. Esen,
kurtarabildikleri insanların kimilerini sınırdan kaçırdıklarını,
kaçıramadıklarını evlerde veya dağlarda gizlediklerini anlatıyor. Hamidiye
Alayları’na gönüllü değil zorla katılan Esen bölgede olayların yaşanmasında en
büyük rolü aşiret reislerinin, şeyhlerin ve ağaların üstlendiğini söylüyor,
halkın ise cahilce bir düşünceyle Ermenilerin altınlarına ve mallarına el
koymak için öldürdüğünü ifade ediyor. ‘’Tüm bu yaşananlar Müslümanlık için
miydi? ‘’ diye soruyor Mehmet Esen. Bu, bugün bile bu coğrafyanın
halklarına yapılan eziyet düşünüldüğünde ne kadar güncel ve ne kadar haklı bir
karşı çıkış aslında…’’Müslümanlıkta zorla din dayatma yok ki! Müslümanlığa
davet edilebilirlerdi, olmasa kendi dinlerini yaşarlardı’’.
‘’Araf’taki
Ermenilerin Hikâyesi’’, coğrafyanın kader anlamına geldiği bu toprakların en
kadim halklarından biri olan Ermeniler ve yaşadıkları hakkında, ne yapılsa hala
bir türlü halının altına süpürülemeyen gerçekleri, yaşanmış hikâyeler eşliğinde
tek tek önümüze koyuyor.
Sadece Ermeniler
değil elbet coğrafyanın ağır kaderini yüklenenler. Din adına, mezhep adına, tek
bir baskın kimliğin yaşayıp diğerlerinin yok edilmesi adına komşusuna, ahbabına
bir gecede kıyabilen zalimliğe dair nice hikaye duyup bildiği halde onlar hiç yokmuş
gibi yaşayanlar da bu yükü fark etmeseler de taşıyorlar nesiller boyu. Bu
coğrafyanın siyasi pratikleri gerçeklerle yüzleşme seçeneğini denememekte
çocukça inatçı olduğu sürece bir lanet gibi taşıyacaklar belli ki..
Ama Vercihan
Ziflioğlu’nun şu vurgusu da unutulmasın; ‘’Birimiz araftaysak hepimiz araftayız
demektir’.
Araftan geçmek
için önce insanlık gerek…