Thursday, October 15, 2015

"Birimiz araftaysak hepimiz araftayız demektir"



Özgür Duygu Durgun

‘’Araf’taki Ermenilerin Hikâyesi’’, coğrafyanın kader anlamına geldiği bu toprakların en kadim halklarından biri olan Ermeniler ve yaşadıkları hakkında, ne yapılsa hala bir türlü halının altına süpürülemeyen gerçekleri, yaşanmış hikâyeler eşliğinde tek tek önümüze koyuyor. 

‘’Coğrafya kaderdir’’ demiş İbn-i Haldun bundan tam yedi asır önce. Bazı insan topluluklarının yaşadığı acılar, çektikleri eziyetler düşünülürse bu söz daha bir anlamlı, daha bir acıtıcı sanki bugün… Bizim gibi, binlerce rengi barındıran ve bu yönüyle dünyada nadir bir örneği oluşturan toplumlarda ne yazık ki bu sözün olumlu yanları yerine negatif anlamları çoğaltılıp kuşaktan kuşağa geçerek, her defasında daha da ağırlaşan bir yük haline dönüşüyor. 
Coğrafyanın bazıları için maalesef daha ağır bir kader olduğu bu toprakların kadim halklarından Ermenileri, daha doğrusu arafta kalmış Müslüman Ermenileri konu alan yeni bir kitap var elimizde: ‘’Araftaki Ermenilerin Hikâyesi’’ (İletişim Yayınları, 2015). Bugüne dek aramızda bir sır gibi yaşayıp giden bu insanlar, gazeteci Hrant Dink’in alçakça katledilmesi sonrasında, bu olayı tarihi bir milat gibi kabul edip teker teker gerçek aidiyetlerinin peşine düşmüşler aslında. O kadar yok sayılmışlar ki her taraftan, kendilerini yeniden var etmeye ve görünür kılmaya çabaları işte bu yüzden… 
Müslüman çoğunluğu içinde yüz yıldır Müslümanmış gibi yaşayan, daha doğrusu yaşamak zorunda kalan ‘Kripto’ Ermeniler’den söz ediyoruz. Gazeteci Vercihan Ziflioğlu’nun büyük bir emekle, yıllarını vererek yazdığı kitap, işte bu halkı yani ‘’Ne Hz. İsa’ya ne de Hz. Muhammed’e yaranabilen’’, Sünni bir Türk /Kürt ya da Kürt /Alevi gibi yaşayan ‘’araf’’taki Ermenileri anlatıyor. ‘
’Bu kitapta anlatılanlar, ötekinin de ötekisi Ermenilerin, daha doğrusu, arafta kalanların gerçek hikâyeleri’’ diyor Ziflioğlu. ‘’Kayda aldığım anlatımların her birinde, bir asır araya karşın derin acının hıçkırık sesleri var. Parçaların çoğu kayıp, puzzle tamamlanamıyor. Kimleri isyanını ‘’Ne Hz. İsa’ya ne de Hz. Muhammed’e yaranabildik’’ diye dile getirdi. Kimileri, ‘Biz bafilleler, kaplumbağa gibi tehlikeyi gördüğümüzde kabuğumuza çekiliriz’ diye özetledi hislerini. O iyi yürekli Anadolu Müslümanlarıysa Ermeni komşularının acılarını Kur’an’dan ayetlerle örnekleyerek anlattı. Onca yıl boyunca karış karış gezdiğim Anadolu’da edindiğim izlenim o ki, toplumsal hafıza hala çok canlı’’. 
Kitapta hayatta kalmak için kimlik değiştirerek Müslümanlaşan Ermeniler, el konulan kız /kadın ve çocuklardan oluşan Müslümanlaştırılan Ermeniler ve Müslümanlığı kabul etmiş gibi görünüp hala Ermeni örf ve adetlerini koruyan farklı gruplardan insanların hikâyeleri anlatılıyor. Sünni- Müslümanlığı seçenler arasında müezzin olan, hacca gidenler bile var. Ya da 12 Eylül askeri darbesinde işkence sırasında Ermeni kimliğini öğrenen, Ermeni yazar William Saroyan’a şaşırtıcı benzerliğiyle dikkat çeken Hadi Gümüş gibi insanlar… Koyu Müslüman bir ailede yetişen Gümüş, medrese eğitimi almış. 80’de solcu olduğu için gözaltına alındığında Ermeni olduğunu devletten öğrenmiş. Ermeni kökenli olduğu için MEB tarafından öğretmenlik mesleğinden uzaklaştırılmış; sevdiği kadın ile evlenmesi engellenmiş… 
Ağırlıklı olarak Kürtlerin yoğun yaşadığı Güneydoğu illerine yapılan ziyaretler sırasında o illerde yaşayan Kripto Ermeniler ile görüşen ve bugünkü hayatlarına tanıklık eden Ziflioğlu, bir asır geçmiş olmasına rağmen Müslüman /Kripto Ermenilerin arada kalmışlık duygusunu derinden yaşadığını gözlüyor. Kitapta görüşülen kişilerden bazıları namaz kılmak için camiye girdiklerinde arkalarında kimsenin namaz kılmadığını üzülerek anlatıyorlar yazara. 
Kitabın kanımca en önemli yönü, bugüne dek çok da fazla kurcalanmayan, kendinden olan tarafından dışlanma meselesini gündeme getirmesi. Kitapta görüşme yapılan Müslüman Ermeniler, anlatıları boyunca sık sık İstanbul Ermenileri ve diaspora tarafından dışlanıyor olduklarını vurgulama ihtiyacı hissediyorlar. Örneğin, 2013 yılında Hrant Dink Vakfı tarafından Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen ‘’Müslümanlaştırılmış Ermeniler’’ Konferansı’na Şırnak’tan katılan 21 yaşındaki Melda isimli bir Müslüman Ermeni izlenimlerini şöyle anlatıyor: ‘’Konferansta Ermenilerle, yani kayıp parçalarımızla bir araya gelmek inanılmaz bir deneyimdi. Sırf bu konferans için ben Şırnak’tan geldim. Hikâyelerimizi öğrenmeye çalışıyorlardı fakat gözlerinde bir dışlama vardı. Onlardan olmadığımızı bize hissettiriyorlardı…’’. 
‘’Tüm bu yaşananlar Müslümanlık için miydi?‘’ 
Kitapta Ermenileri kurtaran Müslümanların hikâyesine de yer veriyor yazar. 1915 olaylarına birinci derecede tanıklık eden görgü tanıkları hala hayatta ve Ziflioğlu bu tanıkların izini Şırnak, Silopi ve Eruh’ta sürüyor. 1915’te Hamidiye Alayları’nda asker olan ve söyleşi yapılırken 129 yaşını süren Mehmet Esen ile yapılan mülakat etkileyici. Esen, kurtarabildikleri insanların kimilerini sınırdan kaçırdıklarını, kaçıramadıklarını evlerde veya dağlarda gizlediklerini anlatıyor. Hamidiye Alayları’na gönüllü değil zorla katılan Esen bölgede olayların yaşanmasında en büyük rolü aşiret reislerinin, şeyhlerin ve ağaların üstlendiğini söylüyor, halkın ise cahilce bir düşünceyle Ermenilerin altınlarına ve mallarına el koymak için öldürdüğünü ifade ediyor. ‘’Tüm bu yaşananlar Müslümanlık için miydi? ‘’ diye soruyor Mehmet Esen. Bu, bugün bile bu coğrafyanın halklarına yapılan eziyet düşünüldüğünde ne kadar güncel ve ne kadar haklı bir karşı çıkış aslında…’’Müslümanlıkta zorla din dayatma yok ki! Müslümanlığa davet edilebilirlerdi, olmasa kendi dinlerini yaşarlardı’’. 
‘’Araf’taki Ermenilerin Hikâyesi’’, coğrafyanın kader anlamına geldiği bu toprakların en kadim halklarından biri olan Ermeniler ve yaşadıkları hakkında, ne yapılsa hala bir türlü halının altına süpürülemeyen gerçekleri, yaşanmış hikâyeler eşliğinde tek tek önümüze koyuyor. 
Sadece Ermeniler değil elbet coğrafyanın ağır kaderini yüklenenler. Din adına, mezhep adına, tek bir baskın kimliğin yaşayıp diğerlerinin yok edilmesi adına komşusuna, ahbabına bir gecede kıyabilen zalimliğe dair nice hikaye duyup bildiği halde onlar hiç yokmuş gibi yaşayanlar da bu yükü fark etmeseler de taşıyorlar nesiller boyu. Bu coğrafyanın siyasi pratikleri gerçeklerle yüzleşme seçeneğini denememekte çocukça inatçı olduğu sürece bir lanet gibi taşıyacaklar belli ki.. 
Ama Vercihan Ziflioğlu’nun şu vurgusu da unutulmasın; ‘’Birimiz araftaysak hepimiz araftayız demektir’. 
Araftan geçmek için önce insanlık gerek