Elias Canetti’nin
“ Körleşme” si üzerine.
Eren Arcan
Eren Arcan
1981 yılında Nobel
ödülü ile onurlandırılan Bulgaristan doğumlu Alman romancı, toplumbilimci,
deneme ve oyun yazarı Elias Canetti edebiyat otoriteleri tarafından James Joyce
ve Dostoyevski ile kıyaslanır.
Canetti 1905 de Bulgaristan’ın Rusçuk kentinde, arkaik bir dil olan Ladino konuşan, Sefardik bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Kültürlü ve varlıklı bir aileden gelen ve Ladino’dan başka Bulgarca, İngilizce ve Almanca konuşan Canetti 1928 yılında Balzac’ın “İnsanlık Komedyası” ına benzeyen bir nehir roman yapısı içinde, insanlığın delilklerini anlatan sekiz romanlık bir eser dizisi planlamış ve başyapıtı “Körleşme” yi bu serinin ilk kitabı olarak yayımlamıştır. Faşizmin her türünü ince bir alay ile anlatan kitap basılır basılmaz Nazi otoriteleri tarafından yasaklanmıştır.. Canetti’nin planladığı bu seride her kitap, saplantının bir çeşidini ele alacaktı. Ancak seri, Körleşme ile sınırlı kaldı.
Canetti ancak 1960’larda İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan iki kutuplu soğuk savaş dünyasının yenişememesini anlatan antropolojik çalışması “Kitle ve İktidar“adlı eseri yayımlandıktan sonra üne kavuşmuştur.
Bu kitabında Canetti “insanoğlunun hayatta kalma içgüdüsünün en aşağılık tezahürü, öldürmektir.” der. Kitabın ilk yarısı değişik insan sürülerini ve kalabalıklarını araştırır. İkinci bölümünde ise toplulukların kendilerini yönetenlere neden boyun eğdiklerini inceler. Hitler’i, idare ettiği kitlenin hayranlığı ile yaşamış olan paranoyak bir lider olarak yorumlar.
Kitle hareketleri, gösteriler, politik cinayetler, terörizm dalgaları ile çalkalanan zamanının ortamından bir aydın olarak fazlasıyla etkilenen Canetti insanın kırılganlığını görmüş, ama aynı zamanda da insandaki karakter ve ahlak yoksunluğunun da farkına varmıştır. Hem Almanya’da hem de Avusturya’da Nazizmin, daha sonra da Doğu Avrupa’da Stalinizmin yönetime el koyması ile insandaki zalimliğin, gaddarlığın, çürümüşlüğün, açgözlülüğün akıl almaz boyutları karşısında dehşete düşmüştür.
Canetti 1905 de Bulgaristan’ın Rusçuk kentinde, arkaik bir dil olan Ladino konuşan, Sefardik bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Kültürlü ve varlıklı bir aileden gelen ve Ladino’dan başka Bulgarca, İngilizce ve Almanca konuşan Canetti 1928 yılında Balzac’ın “İnsanlık Komedyası” ına benzeyen bir nehir roman yapısı içinde, insanlığın delilklerini anlatan sekiz romanlık bir eser dizisi planlamış ve başyapıtı “Körleşme” yi bu serinin ilk kitabı olarak yayımlamıştır. Faşizmin her türünü ince bir alay ile anlatan kitap basılır basılmaz Nazi otoriteleri tarafından yasaklanmıştır.. Canetti’nin planladığı bu seride her kitap, saplantının bir çeşidini ele alacaktı. Ancak seri, Körleşme ile sınırlı kaldı.
Canetti ancak 1960’larda İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan iki kutuplu soğuk savaş dünyasının yenişememesini anlatan antropolojik çalışması “Kitle ve İktidar“adlı eseri yayımlandıktan sonra üne kavuşmuştur.
Bu kitabında Canetti “insanoğlunun hayatta kalma içgüdüsünün en aşağılık tezahürü, öldürmektir.” der. Kitabın ilk yarısı değişik insan sürülerini ve kalabalıklarını araştırır. İkinci bölümünde ise toplulukların kendilerini yönetenlere neden boyun eğdiklerini inceler. Hitler’i, idare ettiği kitlenin hayranlığı ile yaşamış olan paranoyak bir lider olarak yorumlar.
Kitle hareketleri, gösteriler, politik cinayetler, terörizm dalgaları ile çalkalanan zamanının ortamından bir aydın olarak fazlasıyla etkilenen Canetti insanın kırılganlığını görmüş, ama aynı zamanda da insandaki karakter ve ahlak yoksunluğunun da farkına varmıştır. Hem Almanya’da hem de Avusturya’da Nazizmin, daha sonra da Doğu Avrupa’da Stalinizmin yönetime el koyması ile insandaki zalimliğin, gaddarlığın, çürümüşlüğün, açgözlülüğün akıl almaz boyutları karşısında dehşete düşmüştür.
“...Kitle bu arada
yeni bir saldırı için hazırlanır. Bir gün gelecek kitle artık parçalanmaz
olacak: belki önce bir ülkede başlayacak bu gelişme; sonra orayı çıkış noktası
yapıp çevresinde ne varsa yutarak ilerleyecek; ta ki artık Ben, Sen. O
kavramları değil ama yalnızca kitle varolacağından kitlenin varlığına ilişkin
tüm kuşkular ortadan kalkana dek. “ ( Körleşme 461)
1933-35 yılları
arasında yazılan Körleşme , gelişmekte olan kıyıcı, kaotik dünyanın
bir öngörüsü olarak görülebilir. Pek çok eleştirmen geleceği bu kadar net gören
Canetti’de peygambervari bir “içgörünün” var olduğundan sözeder.
Die Blendung /
Körleşme
Almancada
“kamaşma” anlamına gelen Die Blendung / Körleşme İkinci Dünya Savaşı
öncesi aklî dengesini yitiren ve dünya tarihinin en büyük yıkımlarından birine
sebebiyet verecek olan kaotik olayların parodisidir.
Salman Rüşdi’ye
göre: Körleşme ‘de hiç kimse esirgenmemiştir. Kitap “profesör,
mobilya satıcısı, hizmetçi, pezevenk, hırsız, doktor. her tür insana acımasız
bir saldırıdır. Canetti herkese acımadan çullanır. Komedinin en galiz kurgusu
ile inşa edilen bu ortam yirminci yüzyılın en dehşet veren edebî dünyasıdır.”
Körleşme üç
bölümden oluşur :”Dünyasız bir Kafa”, ile Descartes’ın dualisminin “Kafasız bir
Dünya” ile Kant’ın metafizik idealizminin, “Kafadaki Dünya” ile Berkeley’in
dogmatik idealizminin bir taşlaması olduğu söylenmektedir. Kitapta
Descartes, Hegel, Berkeley, Spinoza ve Kant gibi düşünürlerin de bu acimasız
eleştiriden nasibini aldıkları görülür. Canetti’nin kitabının ilk
adı “Kant Fangt Feuer” “Kant Ateşi Yakalıyor” olduğuna göre, eserin baş
karakteri Kien’in Kant olarak kaleme alındığı varsayılabilir.
Kien, Kafka’nın
Joseph K.sı. Musil’in Niteliksiz Adamı, Joyce’un Bloom’u, Proust’un
Albertine’i, gibi edebiyatın hüzün veren pasif karakterleri arasına girmiştir.
Bu bağlamda Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar adlı başyapıtının Turgut/Olric
karakterini de saygıyla anmamız gerekir.
Canetti Körleşme ’de
sembolik olarak medeniyetin yıkımını simgeleyen kitapların yakılması
motifini işler. 1933 yılında Nazi gençleri 34 Alman kentinde geceleri
ellerinde meşalelerle, "Alman ruhuna aykırı" olduğu
düşünülen 25,000 dolayında kitap yakmışlardır. Körleşme
aynı zamanda 1933 yılında iktidara gelen Hitler'in Yahudi yazarlara karşı
giriştiği akıl almaz saldırılarına karşı bir tepkidir.
Ayrıca 1927
yılında Viyana’da bir gürûh tarafından Adalet Sarayı yakılır. Olay sırasında
kalabalık arasında sıkışan Canetti hem mala, hem de insan hayatına kasdetmiş
kalabalıktan dehşete düştüğünü söyler.. Yazılarında bu dehşeti dile getirir.
Adalet Sarayı yangınından sonra Avusturya'da Nasyonal Sosyalistler idareyi ele
almış, ülke yönetimi anti-semitik, faşist bir rejime dönüşmüştür.
Fildişi kulesinde
bir aydın.
Körleşme, fildişi
kulesinde, bilimin sığınağında yaşayabileceğini sanan aydını simgeleyen sinelog
(Çin Bilimleri uzmanı) Profösör Kien’in öyküsüdür. Kien antik diller hakkında
çok bilgili olmasına rağmen güncel dünyayı çözümlemekten acizdir. Canetti Körleşme ’de,
katı, yaşamın gerçeklerinden kopuk, dogmatik entelektüelliğin, kaos ve yıkımın
üstesinden gelebileceğine inanmanın tehlikelerini müthiş bir ironi ile dile
getirir.
Kütüphanesinde
25,000 kitaba sahip olan Kien bir gece rüyasında kitaplığının yandığını görür.
Kitaplarının üzerine titreyeceğini sandığı hizmetçisi Therese ile evlenir.
Edebiyat dünyasının en aşağılık tiplemelerinden biri olan, küstah, arsız,
sırnaşık Therese kimliğinde, faşizm simgelenmiştir.
Bir aydının
entelektüel alanının nasıl daraltıldığı kitapta etap etap ele alınır. Zayıf
kişilikli.“Uzun boylu bir Hiç” olarak tanımlanan Kien kütüphanesinin büyük bir
bölümü zorla ele geçirilince gözlerini kapayarak gönüllü bir kör olarak
yaşamını sürdürür. Etrafındaki çember daraldıkça kulaklarını tıkar. Karısı ile
ilişkiye girmediğinde dövülür. Acımasız bir komedi olarak kaleme alınan olaylar
zincirinde edebiyat tarihinin en ürkütücü dünyalarından biri vücut bulur.
Kendine olan
saygısını yitiren Kien köpekleşir, Onurunun böylesine çiğnenmesi ile “küçülür,
küçülür... kendini arar olur...” Artık güncel zaman ile yüzleşemez, “geleceğe”
kaçmaya çalışır.
"Therese
geliyordu. Onu öldürmeye geliyordu ! Kien saklanacak bir yer bulmak için zaman
araştırmaya başladı. Tarih boyunca bir yüzyıl aşağı, bir yüzyıl yukarı koşmaya
başladı... Kien tarih dağarcığını yarım saniyede tüketivermişti. Kurtuluş
hiç bir yerde yoktu; her şey yıkımdı; insan nereye saklanırsa saklansın
düşmanlar bulup çıkarıyorlardıİ Hayranlık duyulan uygarlıklar,
haydutların, boş kafalı barbarların eliyle iskambil kağıtlarından yapılmış
evler gibi yıkılıveriyordu. Bu noktaya vardığında Kien taşlaştı "
Metaforik olarak
kitleyi temsil eden Therese'in saldırıları karşısında Kien gururunu, insanlık
onurunu kaybeder.. Tanrıya inancı yokolur. Kadın onu tekme tokat
kendi evinden dışarı atar. Sığındığı kitapların koruyucu zırhından yoksun olan
Kien cüceler, orospular, pezevenkler, körler, hırsızlar, dolandırıcılarlarla
dolu şehrin grotesk ağına düşer. Bu sığ, sefil insanların çıkarları çatıştıkça.
olaylar çılgın, ama aynı zamanda düşündürücü bir taşlamaya dönüşür.
Sahip olduğu,
kentin en büyük kütüphanesinden kopmak mecburiyetinde kalan Kien, bu kez
kitaplarını “kafasının içinde” taşımaya başlar. Her gece konakladığı yerde
kafasındaki kitapları fırsatçı cüce Fischerle ile birlikte kafasından birer
birer indirir, üst üste dizerek odaya titizlikle yerleştirir. Postmodern
yazında görüldüğü üzere artık gerçek bulanıklaşmıştır.
Modernizmin Sonu
“Yüksek Modernizm”
Kitlesel, popüler
(pop) kültür yerine, sanatı yücelten kültür olarak kabul edilen “yüksek
modernizm” Birinci Dünya Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı arasındaki zaman
parantezinde yayımlanan bazı eserleri kapsar. Yüksek modernist yazarlar
arasında TS Eliot, . Forster, Hemingway, Musil, Proust, Rilke, Woolf, Stein,
Joyce gösterilmektedir.
Yüksek modernizm,
sanata bakışı ciddi, geleceği coşkuyla karşılayan, ince işçilik isteyen, ahlâkî
kaygusu, estetik eğilimleri olan bir akım olmuştur.. Joyce’un “Ulysses” i,
Kafka’nın “Dava”’sı, ya da Virginia Woolf’un “Deniz Feneri” gibi eserler yüksek
modernizmin en seçkin örnekleri arasında sayılmaktadır. Canetti bu ustalardan
nasıl derin bir şekilde etkilendiğini "Kafka'nın önünde toz toprak
içindeyim, Proust beni doyuruyor, Musil benim kafa jimnastiğim." sözleri
ile ifade eder
Modernizmin
ardından gelen postmodern akım ile ise, tüketim kapitalizmini üreten ticarî
tutum, eklektik (derleme), bölük pörçük yaklaşım, pastiş, parodi, ironi, nihilizm,
“herşey serbest” felsefesi hakim oldu. Çoğu edebiyat eleştirmeni Körleşme’yi,
Alman edebiyatında modernizmin sonu, postmodernizmin başlangıcı olarak
görmektedir. Körleşme ’de ne tanrısal, ne yazar, ne şahit bakış açısı
vardır. Kitap her kişinin kendi açısından olayları yorumladığı çoklu bakış
açısına sahiptir.
Aslında kaosa
tepki olarak yazılan Körleşme , kaosu vurgulamak için grotesk bir
anlatımdan yararlanır. Yazar aynı olaya pek çok karakterin farklı açılardan
bakarak, ama hiç bir zaman da tek bir kişinin bakış açısını haklı göstermeden
sanki üç boyutlu bir mimari yapı halınde, olayları bir karnaval şenliği içinde
ortaya koyar. Canetti duygulara yer vermez. Ön planda her zaman eylem vardır.
Ayrıca karakterlerin o bölümdeki olaya ait yorumları da fantastik bir biçimde
farklıdır. Ama yine olay o karakterin gözüyle görüldüğünde kusursuz yapıya
sahip bir bütündür. Her karakter kendi gerçeğini yaşar. Canetti çoklu gerçeği
vurgulamak isterken belki de okurun güvenilir, düzenli dünyasını, ayaklarının altından
çekmektedir.
Woolf’un
eserlerinde olduğu gibi bilinç akışı tekniğinin büyük bir ustalıkla
kullanıldığı romanda postmodern bir zaman anlayışı vardır. Zaman lineer değil,
atlamalarla, gidip gelmelerle ele alınır. Canetti Körleşme ’de,
postmodern romanın özelliklerinden biri olan metinlerarası ilişkilere sık sık
yer verir.
Erasmus “Deliliğe
Övgü’
Latin ozanı
Horatius’un “Hakikati Gülerek Söylemek” ilkesinin belki de en yetkin örneği,
Rönesans’ın hümanist yazarı Erasmus’un, “Deliliğe Övgü” adlı gülmece türünde
yazılmış kısa eseridir. Erasmus kitapta iki tür deliliği ele alır.. Birincisi:
“gerçek bilgelik deliliktir.” İkincisi ise: “kendini bilge sanmak gerçek
deliliktir. “ Kitapta, “Delilik”, karakteri “Folly” din de dahil olmak üzere
.hayatın her evresinde, her alanında kendi kendisine övgüler düzer.
Deliliği gülmece şekline sokan Erasmus’un eseri aslında çağının
bağnazlığına karşı kaleme alınan en acımasız toplum yergisidir.
Erasmus’un “Folly”
karakteri doğrultusunda Canetti’nin eserleri de dengesiz, sabit fikirlerle
güdülen karakterlerle doludur. Kendilerini bir tek amaç çerçevesinde hakikatı
bulmaya adayan bu tipler, Canetti’yi hem tiksindirmiş, ama aynı zamanda
büyülemiştir de. O, deliliği erişilmesi güç, gerçek bir estetik alan
olarak nitelendirmiştir.
Canetti, Kien’in
saplantısının, aynı zamanda kendi saplantısı da olduğunu söyler. Körleşme ’yi
tamamladıktan sonra Canetti kendi edebî yaratımının kendisini ruhsal çökme noktasına
getirdiğini anlatır.
“Kitabı
bitirdikten sonra kendimi tükenmiş hissettim. Kitapları yaktığım için kendimi
affedemiyordum. Herşey yanıp kül olmuştu. Suçlu bendim. Yıkıma ben sebep
olmuştum. Ve bu facianın etkisinden kendimi kurtaramıyordum.“
Canetti’nin Kien
için kurduğu mükemmel dünya darmadağan olunca üzerine titrediği kendi
dünyasının da çökmesi Kien gibi onu da mahva sürüklenmiştir. İnsan ve hayat
arasındaki bu karabasan ozmoz sonucunda, Canetti içine kapanır, Platonvari bir
saflık arayışı içine girerek çürümüş olan insanlıkla bağlarını kopartmak ister.
Marazî bir yalnızlığa gömülür.
Salman Rüşdi,
Canetti’nin Kien'e hem özel hayatının mahremiyetini, hem de evinin her boş
santimini kaplayan kitap raflarıyla kendi Babil kütüphanesini hibe ettiğini söyler.
“Ben Freud
olsaydım kendimden kaçardım!"
Oidipus kompleksi,
ölüm içgüüdüsü, kitlelerin davranışı, duyguların bastırılması Canetti’nin Freud
öğretilerini benimsediğinin kanıtı olarak gösterilmektedir. Özellikle intihar
olgusu Freud’un baskılama teorisi ya da insan yapısının dualistik yorumu ile
açıklanmaktadır. Ancak Canetti Freud’un kuramlarıyla dalga da geçer. Ayrıca
kitabın sonuna doğru ele alınan Avusturyalı düşünürlerinden Wieninger’ı
hicvettiğini söylenen, “misogyny”, “kadın düşmanlığı” ile ilgili sayfalar baş
karakterin normallik sınırlarını kaybettiğini, paranoyak sapkınlığa
yatkınlaştığını göstermektedir.
Kurtuluş mümkün
mü?
Kitlenin insanlığı
adım adım mahva sürüklemekte olduğu bir dönemde Kien medeniyetin simgesi
olan kitaplarını ve onların temsil ettiği uygarlığı yıkımdan kurtarabilecek
midir?
“Dört bir yana
doğru büyüyen, yeri göğü ta ufka dek uzanan, tüm boşluğu dolduran bir kitap
görüyordu şimdi. Çevresindeki kor halindeki ateş onu ağır ve sakin bir şekilde
kemirmekteydi. Kitap da ses çıkarmaksızın dayanmaktaydı bu işkenceli ölüme.
Çığlıklar yükseliyordu insanlardan; kitap ise ses çıkarmadan yanıyordu.
Ermişlerle, din uğruna acı çekenler bağırmazlardı.” (S 59)
Kien’nin çabaları
boşunadır. Ne yazık ki binlerce yıllık kültür birikimi, ne kendisini ne de
meteforik olarak temsil ettiği çağını kurtarabilecektir. İkinci Dünya Savaşı
ile birlikte herşey devasa bir yangın yerinde mahvolup gidecektir.
Yirminci yüzyılın
grotesk bir destanını yazan Canetti "Cervantes olmasa, Gogol olmasa,
Dostoyevski olmasa, Büchner olmasa ben bir hiçtim: Ateşsiz, köşesiz bir
ruh..." diyerek ustalarına saygılarını sunar,
Körleşme ile
kendisi de, bu “tüm zamanların” ustaları arasına katılmıştır.
Eren Arcan
Dipnot Kitap Kulübü
İzmir 20 Aralık 2009
Dipnot Kitap Kulübü
İzmir 20 Aralık 2009