Giriş, s. 19-22.
Bu kitapta tartışmaya açmak niyetinde olduğum "ruh" tabiri tinden farklı bir şeydir. Ruh, biyolojik maddeyi canlı bedene çeviren hayat nefesidir.
Ruhu maddeci bir yolla tartışmak istiyorum. Spinoza'nın söylediği gibi, ruh bedenin yapabilecekleridir.
Sanayi toplumlarının oluşumuyla ortaya çıkan özneleşme süreçlerini tarif etmek isteyen Michel Foucault, modernitenin hikâyesini, bedeni toplumsal üretim makinesine tabi kılma kapasitesine sahip kurumların ve araçların inşa edilmesi yoluyla bedenin disiplin altına alınmasının hikâyesi olarak anlatır. Sınai sömürü bedenler, kaslar ve kollar üzerinden çalışır. Bu bedenler canlı, hareketli, zeki ve reaktif değilse hiçbir değer taşımazlar.
Gösterge-kapitalizmi (semiocapitalismo) adını verdiğim post-Fordist üretim tarzının ortaya çıkışıyla birlikte, değer üretiminin öncelikli araçları zihin, dil ve yaratıcılık olmuştur. Dijital üretim alanında sömürünün esas kaynağı, işe hasredilen insan zamanı tarafından üretilen semiyotik akıştır.
Bu anlamda gayrimaddi üretimden bahsedebiliriz. Dil ve para, birer metafordan ibaret olmasalar da gayrimaddidirler. Hiçbir şeydirler, ama her şeyi yapabilirler: Hareket ettirirler, yerinden ederler, çoğaltırlar, yok ederler. Dil ve para gösterge-kapitalizminin ruhudur.
Foucault'nun giriştiği soybilim çalışmalarını bugün de devam ettireceksek, kuramsal anlamda dikkatimizi zihinsel reaktivitenin otomasyonlarına, dile ve muhayyileye, yani zihin emeğinin Internet döneminde tecrübe ettiği yabancılaşmaya ve güvencesizleşmeye/eğretileşmeye kaydırmalıyız.
Kitap boyunca 1960'larda hâkim olmuş olan Marksist dili yeni baştan incelemeye, bu dilin postyapısalcılık, şizoanaliz, siberkültür gibi başka dillerle ilişkisi babında canlılığını yeniden tesis etmeye çalışacağım.
"Ruh" tabiri bahsedilen tarihsel dönemin söz dağarında yer almasa da ben sözcüğü yabancılaşma meselesine atıfta bulunan pek çok sorunun çekirdeğine temas etmek için –metaforik, hatta biraz da ironik anlamda– kullanacağım. Yabancılaşma Hegelci görüşe göre insanın özüyle faaliyeti arasındaki ilişki üzerinden tanımlanırken, İtalyan İşçiciliği'nin materyalist yorumunda yabancılaşma insan zamanıyla kapitalist değer arasındaki ilişkidir, yani hem bedenin hem de ruhun şeyleşmesidir. Yirminci yüzyılın Hegelci-Marksist geleneğinde yabancılaşma mefhumu bilhassa bedensellikle insan özü arasındaki ilişkiye atıfta bulunur. Hegel'e göre "yabancılaşma" sözcüğü (Entäusserung), ötekine dönüşen kendiliğe, Varlık'la varoluş arasındaki tarihsel ve dünyevi ayrıma atıfta bulunur.
Marx'ta ise kavram, hayatla emek, işçilerin fiziksel etkinliğiyle insanlıkları, insan olarak özleri arasındaki ayrıma işaret eder. 1960'ların radikal felsefesinin temel kaynağı olan 1844 Elyazmaları'nın yazarı genç Marx yabancılaşma mefhumuna merkezi rol atfeder.
Marx'ın dilinde, Hegel'de de olduğu gibi, yabancılaşma (Entäusserung, alienazione) ve yadırgama (Entfremdung, estraneità) aynı süreci iki farklı bakış noktasından tanımlayan terimlerdir. İlk sözcük, bilincin sermayenin tahakkümü bağlamında nesne karşısında hissettiği anlam kaybını tanımlarken; ikincisi, bilinçle dışsal sahne arasındaki karşılaşmaya, tam da bilincin işe bağımlılığını reddetmek üzerinden özerk bir bilincin yaratılmasına atıfta bulunur.
İtalyan İşçiciliği o yıllarda hâkim olan Marksist düşünceyi tersyüz eder: İşçi sınıfı artık yabancılaşmanın edilgen bir nesnesi değil, kapitalist toplumun önüne koyduğu çıkarlar karşısında duyduğu yadırgamadan başlayarak yeni bir topluluğu inşa etme kapasitesine sahip bir reddedişin etkin öznesidir.
Böylece yabancılaşma, insanın sahiciliğinin yitip gitmesinden ziyade, kapitalist çıkarlar karşısında duyulan yadırgama olarak anlaşılır. Buna göre nihai insani ilişkinin –emek ilişkilerine düşman bir mekânda– inşa edilmesinin gerek koşulu da bu yadırgama durumudur.
Fransız postyapısalcılığı bağlamında ise klinik yabancılaşma mefhumuna dair geleneksel görüşün baş aşağı edildiğini görürüz: Félix Guattari, psikiyatrinin kendilik bilincinin ayrılması ve kaybı olarak gördüğü şizofreniyi yeniden düşünme işine girişir. Buna göre şizofreni, bilincin ayrılmasının edilgen sonucundan ziyade çoklu, çoğalan, göçebe bir bilinç biçimidir.
Bu kitapta 60'lı yılların Yabancılaşma ve Bütünsellik gibi Hegelci kavramlarını biyopolitika ve arzunun psikopatolojileri gibi kavramlar üzerine inşa olmuş olan günümüz kavramsal çerçevesiyle mukayese etmek istiyorum.
Birinci bölümde muradım 1960'larda felsefeyle emek kuramları arasındaki ilişkiyi tasvir etmek. Hegelci Rönesans ve Eleştirel Teori dalgası esnasında sanayi emeği yabancılaşma kavramı üzerinden değerlendirilmiş ve sanayi işçilerinin sömürü karşısında giriştikleri isyan yabancılaşmanın tersine çevrileceği bir sürecin başlangıcı olarak görülmüştü.
Kitabın ikinci bölümünde çalışma süreçlerinin ilerleyen bir biçimde zihinselleşmesini ve bu durumun neticede ruhu nasıl köleleştirdiğini değerlendireceğim. Ruh işbaşında: Yabancılaşmanın yeni biçimi tam da budur. Arzulayıcı enerjilerimiz müteşebbis olma hülyalarıyla tuzağa düşürülüyor, libidinal enerjilerimiz ekonominin kuralları uyarınca düzenleniyor, dikkatlerimiz sanal ağların eğretiliğinde hapsoluyor. Zihinsel faaliyetin her bir parçası sermayeye dönüşmek zorunda bırakılıyor. Bu bölümde Arzu'nun nasıl değerlenme sürecine yönlendirildiğini ve ruhun iş süreçlerine tabi kılınmasının yarattığı psikopatolojik sonuçları ortaya koyacağım.
Üçüncü bölümde bir kez daha kimi radikal kuramların idealist Yabancılaşma kavramından analitik psikopatoloji kavramına evrilmesinin izlerini süreceğim. Arzu felsefesiyle (Deleuze ve Guattari) Simülasyon felsefesini (Baudrillard), aralarındaki farkları ve ortaklıkları vurgulamak adına, mukayese edeceğim.
Dördüncü bölümde niyetim emeğin –özellikle de bilişsel emeğin– güvencesizleşmesinin/eğretileşmesinin izlerini sürmek, dilin ve duygulanımların biyopolitik manada tahakküm altına alınışının sonuçlarını ortaya koymak.
Sonuç bölümünde ise Küresel Ekonomi denilen entegre psiko-mekanik organizmanın şu günlerde yaşadığı çöküşü yorumlayacağım. Yakın zamanda gerçekleşen finansal çatlağı takiben başlayan bu çöküş, ruhun özerk olduğu ve özgürleştiği yeni bir dönemin başlangıcı olabilir.
Franco “Bifo” Berardi