Primo
Levi’nin bir kimyager olarak maddeye, bir insan olarak da mânâya
erişmek için çıktığı arayışın hikâyeleri var Periyodik Tablo’da.
Primo
Levi, Periyodik Tablo’da kimyacılık eğitimi ve mesleki faaliyetleri ile
ilgili anılarını yirmi bir hikâyede toplamış. Kendi aralarında -yazarın
hayatı üzerinden- bir bütünlük sağlayan hikâyeler bir romanın bölümleri
olarak da düşünülebilir… Levi’nin Türkçeye daha önce çevrilmiş
kitaplarını -özellikle Bunlar da mı İnsan?- okuyanlar yazarın hayatında
ve edebiyatında Auschwitz’in özel bir yeri olduğunu bilirler. Periyodik
Tablo’da da bu utanç verici tarihe, cehennemden farksız toplama kampına
değinmeler bulacaksınız. Ancak Auschwitz’e odaklanmamış Levi; hayatının
Auschwitz öncesi ve sonrasını,
“toplumsallık ile bireysellik, bilinç ve bilinçaltı, ideal ve gerçek
arasında bölünen yabancılaştırılmış bir bireyin yaşadıklarını” kimyasal
metaforlarla anlatıyor.
Maddeden mânâya
1919-1987 yılları arasında yaşayan Primo
Levi, Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Torino’da dünyaya gelmişti.
Torino Üniversitesi’nde kimya eğitimi aldı. 1943 Eylülü’nde İtalya’nın
Almanlarca işgali üzerine anti faşist direniş hareketine katıldı, kısa
bir süre sonra faşist milislerce yakalanarak tutuklandı. Auschwitz’e
nakledildiğinde, kimya işlerinde çalıştırıldı. Kimya bilgisi hayatını
kurtarmıştı. Kızıl Ordu kampı ele geçirdiğinde, 650 İtalyan Yahudiden
geriye kalan yirmi kişi arasındaydı Levi. Periyodik Tablo’da kurtuluştan
sonraki duygularını şu sözlerle ifade edecektir; “Auschwitz’le ve
yalnızlıkla mücadele edip zafer kazandığım gibi, herkesle ve her şeyle
başa çıkabileceğim duygusunun sarhoşluğu içindeydim.” Ancak sarhoşluk
uzun sürmez. Bir yandan yaşamış oldukları içini yakmakta, kendisini
canlılardan ziyade ölülere yakın hissetmektedir, öte yandan suçluluk
duygularıyla boğuşmaktadır. İnsan olmanın suçluluğudur bu; çünkü
Auschwitz’i insanlar kurmuştur, Levi’nin hayret ve dehşetle “Bunlar da
mı insan?” diye sorduğu insanlar… Yaşananları anlatarak arınabileceği
fikrine sarılacaktır Levi. Kısa ve kanlı şiirlerle, yazılı ya da sözlü
olarak yaşadıklarını kendisinden geçercesine anlatmaya başlar. Onu
İtalya’nın ve 20. yüzyılın en büyük yazarları arasına sokan kitapları
işte böyle şekillenmiştir.
Periyodik
Tablo, 1975 yılında yayımlanmış, 2006 yılında İngiltere’deki Kraliyet
Bilim Enstitüsü tarafından -Richard Dawkins, James Watson, Tom Stoppard,
Bertolt Brecht ve Charles Darwin gibi isimlerin kitapları arasından
sıyrılarak- en iyi bilim kitabı kabul edilmişti. “Bir bilim kitabı
kurmaca değildir ama bir kurmaca olmasına rağmen Periyodik Tablo tüm
evreni ve tüm alt-atomik dünyayı, burada olup biten her şeyi
barındırıyor” tarzında övgüler topladı. Gerçekten de bilim ve hayat,
madde ve mânâ arasında -edebiyat yoluyla- eşsiz bir bileşim sunuyor
Primo Levi. Fen bilimleri okumuş, bilimi ve mesleğini seven bir gencin
faşist bir rejim altında yaşadıklarını, geçirdiği dönüşümleri,
Auschwitz’deki tecrübelerini kaleme alırken kurmaca ile gerçeklik ya da
kurmaca ile otobiyografi arasındaki ilişkiye de farklı bir açılım
getirmiş. Levi’nin bir kimyager olarak maddeye, bir insan olarak da
manaya erişmek için çıktığı arayışın hikâyeleri var Periyodik Tablo’da.
Periyodik
Tablo’daki hikâyelerde pek çok kimya deneyimi, bir dolu yaşanmış olay
yer almakla birlikte okuduklarımızın bilimle ilişkisi edebi bir metnin
kaldıracağından daha derin değil. Otobiyografik öğeler de öyle. Evet, bu
anı ve atom parçacıklarıyla dolu hikâyelerde Primo Levi kendisini,
mahrem hayatını, daha doğrusu duygusal süreçleri titizlikle anlatı
dışında bırakmış. Babasının hastalığından, ilk koluna girdiği kız
arkadaşından, karısı ve küçük kızından söz ediyor ama sevgi ve özlem
üzerine yazmıyor. Buna karşılık entelektüel ve siyasi duruşuna, toplama
kamplarında çektikleri açlığa özel bir vurgu yapmış. Kuşkusuz bunlarda
otobiyografik öğeler. Ama “her yazı, hatta insana ait her eser belli
sınırlar ve simgeler çerçevesinde bir otobiyografi değil midir zaten?”
Bu nedenle Levi’ye göre “her kitap, bir tarih kitabı sayılabilir.”
Öyleyse Periyodik Tablo’da “meslek yaşamının sonuna yaklaşan ve sanatı
artık yerinde saymaya başlayan herkesin anlatmak istediği türden, bir
mesleğe ve yenilgilerine, zaferleriyle sefaletine dair bir mikrotarih
kitabı sayılır (ya da olması düşünülmüştür)”.
Gerçekten
de tarih anılar ve elementler kadar önemli bir yer tutuyor. Gündelik
hayatın içinden akan, o hayatı kesen, dağıtan, kanatan uğursuz bir tarih
var; Faşizmin Avrupa ve İtalya’daki yükselişinin tarihi… Levi içinde
yaşarken o tarihi ve yol açtığı olayları başlangıçta yeterince
kavramadığının, hatta görmezden geldiğinin farkında. İşte o nedenle
faşizmi başlangıçta sadece soytarılık ve dikkatsiz bir yönetim biçimi
olarak görmüş ve geçmiştir. Ancak çok geçmeden işin ciddiyetinin farkına
varacak ve İtalya özelinden geçerliliğini bugün de koruyan evrensel bir
faşizm tarifi yapacaktır; “Bu rejim İtalya’yı haksız ve hasta bir
savaşa sürüklemekle kalmamış, aynı zamanda bunu yüceltmiş ve emeğin
sömürüsüne, düşünen ve esir olmak istemeyenlerin sessizliğine dayalı,
sistematik, hesaplı yalanların üzerine kurulmuş tiksindirici bir hukuk
ve düzenin bekçisi olmuştu.”
Öncesi ve
sonrasıyla savaştan, toplama kamplarından, yani acıdan, ölümden söz eden
hikâyelerin hüzünlü olması kaçınılmazdır. Perodik Tablo’da bu hüznü
duymamak mümkün değil. Ama hemen yanı başında neşeyi, acının bilgisinden
yoğrulmuş hayatta kalma sevincini, olup bitenlere soğukkanlı bir bakışı
bulmak da mümkün. Mizahi ve şiirsel anlatımıyla sanki edebiyat yoluyla
bir terapi uyguluyor Primo Levi.
Hikâyelerin
ne kadarı doğru, ne kadarı kurmaca bilemiyoruz. Zaten edebiyatın
doğruluğu gerçeğe uygunluğu ile ölçülmez. Mesela hakikati aramaktır. Son
sözü Primo Levi’ye bırakalım; “Sayısız öykü anlatabilirim, hepsi de
doğru olacaktır: Geçişlerin doğası, düzeni ve Zamanı açısından temelinde
doğru sayısız öykü. Atomların sayısı o kadar fazladır ki, kapris olsun
diye uydurulan herhangi bir öyküye uyacak bir atom daima olacaktır.
Çiçeklerde renk ya da koku olan karbon atomlarının, miniminnacık
yosunlardan kabuklulara, bunlardan giderek daha iri balıklara geçen ve
sonunda denizsuyuna karbonmonoksit olarak karışan atomların sayısız
öyküsünü anlatabilirim. Tümü de, bir avcının bir başkası tarafından
avlandığı, diğerlerinin arşivdeki belgelerin sararmış sayfalarında ya da
ünlü bir ressamın tuvalinde süslü bir yarısonsuzluğa ulaştığı ya da
bizi meraklandırmak için bir polen taneciği olarak kayaçlarda fosil
izleri bırakan, hatta her birimizin doğma nedeni olan insan tohumu
formunda düşerek zarif bir ayrılma, çoğalma ve birleşme sürecinden geçen
gizemli habercilerin, ebedi ürkütücü bir atlıkarıncaya benzeyen yaşam
ve ölüm döngüsünün bir parçası olurlar.”
A. ÖMER TÜRKEŞ
PERİYODİK TABLO,
Hayatta Kalma Öyküleri,
Primo Levi,
Çeviren: Feza Özemre
Kırmızı Kedi Yayınevi
2014, 224 sayfa