Tezer Özlü "Ben en çok seni kavrayabiliyorum. Nasıl anlatayım. Senden başka hiçbir insanı tam anlamıyla, bütünüyle kavrayamıyorum" dediği Ferit Edgü'ye yazdığı mektuplardan öykü ve romanlarında olduğu gibi yalnızlığını dile getiriyor. Bu yalnızlıktan devşirdiği acıları, hüzünleri, sevinçleri ve mutlulukları; yeni kitaplarının ortaya çıkış süreçlerini anlatıyor
Haber: SEVENGÜL SÖNMEZ
Yazarların
mektupları -hangi nedenle ve kime yazıldıkları bir yana- edebiyat
tarihçilerinin en önemli kaynağı olduğu gibi okur için de bir sanatçının
iç dünyasına açılan kapılardan biridir. Kimi mektuplar, sanatçıların
dünyaya ve sanata bakışını, eserlerinin izleğinde ama daha aydınlatıcı
bir biçimde çıkarır önümüze, kimi mektuplar ise hayatın içinde
sanatçının nerede ve nasıl durduğunu/ duramadığını anlatır. Bu nedenle
yazarla yapıtı arasında kurulabilecek bağı önemseyen ya da araştıran
biri için mektup, anı vb. metinler oldukça önemlidir.
Ferit Edgü, Her Şeyin Sonundayım (Tezer Özlü-Ferit Edgü Mektuplaşmaları) adlı kitaba yazdığı önsözde yaşamlarıyla yapıtları arasında sınırlar olmayan yazarlardan bahseder. Tezer Özlü de Edgü’nün deyişiyle bu yazarlardandır: “Tezer Özlü, bu tür yazarlardan biriydi. Yazarlık gücünü yaşadıklarından alan, yaşadıkları için yazınsal bir dil yaratan, varoluşunu yazmaya, yazısını varoluşuna borçlu biri.”
Mektup, en özel şeylerin anlatıldığı, sanatçının eserleri dışındaki dünyasında olup bitenlerin yer aldığı bir metin olarak, okurun sanatçıyı başka açılardan da tanımasını sağlarken, edebiyat tarihçisinin, pek çok eksiği gidermesine, tarihin tozlu sayfaları arasında kalmış, unutulmuş gerçeklere ulaşmasına, kimi zaman da yanlışları düzeltmesine yardımcı olur. Edebi değeri her ne kadar büyük olursa olsun, bütün mektupların öncelikle “özel” olduğunu bilmek, bu türden yararlanarak yapılan araştırmalarda, çeşitli engeller yaratmaktadır. Araştırmacının karşılaştığı soru, bu türün genel sorunu olarak karşımıza çıkan, bir yabancı olarak bizim bu mektupları okumaya hakkımızın olup olmadığıdır.
Benzer bir kaygıyla uzun süre bu mektupları yayımlamayan Ferit Edgü mektupların yayımlanma serüvenini de önsözde anlatmaktadır: “Her yazarın kendine ait (Virginia Woolf’un deyişiyle) bir odası olduğuna ve bu özel odaya, eline kitabı alan herkesin girmeye hakkı olmadığına inandığım için. Bugün, Tezer’in tüm yakınlarının izni, hatta isteğiyle, bu mektupları yayımlarken önemle belirtmek istediğim bir nokta var: Tezer, hastalığının düşüşe geçtiği dönemlerde (bazıları klinikte) yazdığı mektuplarda, yaşadıklarını dile getirdiği kadar, saplantılarını, (sözcüğü bağışlayın) sabuklamalarını da dile getiriyor. Okur, bu mektupları bu gerçeği göz önünde tutarak okuyup anlamalıdır.”
1966’da başlayan ve 1985’in son günlerine dek süren bu yazışmalar Tezer Özlü’nün yazdıklarının kılavuzu ve ruhunun iç dökümü. Ancak bu mektupları çarpıcı kılan sadece bu özellikleri değil, mektuplarda edebiyatı her an yaşayan, yaşamla yazmak arasında gidip gelen bir ruhun izini sürmek mümkün.Üstelik her mektup büyük bir kütüphanenin habercisi.
Özel hayatı da var
Tezer Özlü’nün en yakınlarından biri olan Ferit Edgü’ye yazdıklarında özel hayatına ilişkin kimi ayrıntılar da vardır. Evlilikleri, boşanmaları ve günlük hayatın sürdürülmesi için yapılması gerekenler. Bütün bunları yazarken de Tezer Özlü’nün kendine has anlatımını görürüz. İç kıyıcı ama uzaklaşılıp bakılması gereken meselelerdir bunlar. İlerlemiş depresyonunda kullandığı ilaçlar, doktorlar, hastaneler de yer alır mektuplarda. Bunlar okurun Özlü’nün dünyasına bir adım daha yaklaşmasını ve onun yaşamaya ya da ölmeye, gençliğe ya da yaşlılığa dair düşüncelerini öğrenmesini sağlar. Okur onun bitmek bilmeyen umudunun bir parçası olur mektupların ilerleyen sayfalarında:
Çok iyiyim, bir haf ta sonra hastaneden çıkacağım. Çok yeni, çok güzel günler bekliyor beni. Bunların hepsini hak ettim. (Ankara, 9 Ocak 1967)
Artık, hastalığımın düşüncesi de kafamdan sıyrılmaya başladı, üstelik bu durumun yararlı yönlerini bile bulmaya başladım... (Ankara, 13 Ocak 1968)
Yazının başında da söylediğim gibi mektuplar bir yazarın evrenini aydınlatan, onun edebiyata ve diğer sanatlara nasıl baktığını gösteren önemli metinlerdir. Tezer Özlü’nün Ferit Edgü’ye yazdığı mektuplar onun sinemaya ve müziğe olan tutkusunu da açıkça ortaya koymaktadır. Erden Kıral’ın filmler başta olmak üzere, izlediği filmler, dinlediği müzikler mektupların satıraralarında uçuşur gider:
Çok iyi olan pikabımdan Bach’ı kaldırdım, Telemann’ı koydum. Torelli ve Marcello’yu da çok sever oldum, ama plağı yok. Hiç plak yok zaten (2 Bach, 1 Händel, bir de Telemann var). (İstanbul, 11 Şubat 1967)
Ingmar Bergman’ın Yaban Çilekleri ve Aynadaki Sessizlik adlı kitaplarını çeviren Tezer Özlü okurken bir yandan da çeviriyi düşünmektedir. Ferit Edgü’ye sıkça çevirmek istediği kitapları yazar. Kitapları ve yazarlarını uzun uzun anlatır: Çevirmek istediğim üç kitap var: 1) Golem 2) Max Brod/ Kafka 3) Peter Weiss (Abschied [von] den Eltern). (İstanbul, 11 Şubat 1967)
Neredeyse tüm mektuplarında okudukları kitaplar vardır: Vladimir Neff, Kafka, Dostoyevski. Ferit Edgü’yle ikisinin ortak aşkları Kafka’dan sıkça söz eder Tezer Özlü:
Yazmış olduğun mektup gerçekten çok güzel. Onu Kafka’nın “Briefe an Felice”si kadar seviyorum. (Ankara, 16 Şubat 1967) Zaten müşterek aşklarımız çok. Dostoyevski, Kafka. Bir yıldır ben de yalnız Kafka okuyabiliyorum. (Endenna, 26 Mart 1984)
Tezer Özlü’nün pek çok yazarı keşfine tanıklık ederiz bu mektuplarda. Peter Weiss başta olmak üzere Robert Walser’i okumanın heyecanını sürekli dile getirir: Robert Walser’i tanır mısın? İsviçre edebiyatının bence en önemli yazarı. Tam bir Kafkaesk korku ve Dostoyevski yüreği ve zaman zaman Gogol acı humoru taşıyan bir yazar. (Zürih, 7 Ağustos 1984)
Robert Walser’i Türkçeye çevirmek ister. İsviçre’de Pro Helvetia adlı bir kurumdan yardım almayı ve onların vereceği parayla kitabı Ada Yayınları’ndan yayımlamayı planlamakta, bunun için de Ferit Edgü’yü ikna etmeye çalışır.
Ferit Edgü’nün Tezer Özlü’ye yazdığı (kitapta yer alan) ilk mektup 20 Mart 1984 tarihini taşımakta. Bu mektup Türk edebiyatına bir başyapıtın kazandırılma hikâyesidir gerçekte. Ferit Edgü Tezer Özlü’nün “Bir İntiharın İzinde” adıyla yazıp gönderdiği kitabı okumuş ve ilk izlenimlerini yazmıştır:
“Bir İntiharın İzinde” müthiş bir kitap. Çok müthiş bir kitap. (Başka sözcük bulamıyorum.) Yıllar var ki böyle bir metin okumadım. (Tabii Türkçe metinlerden söz etmiyorum.) Bana gençlik yıllarımda, Rimbaud’yu, Lautreamont’u, daha sonra Kafka’yı, Rilke’yi, Hölderlin’i keşfettiğim günleri yaşattı.
Birkaç yıl önce, çocukluğunun soğuk geceleri için düşünüp de söyleyemediğim, dile getiremediğim buydu işte: o malzemenin öykülemeye değin, böylesi bir çığlığa dönüşmesi gerektiğini düşlemiştim. İçine sıçayım edebi türlerin. Romanın. Öykünün. Şiirin. İçine sıçayım. Bana yaşamın ucuna yapılan yolculuklar gerek. Bu yolculuğun türü olur mu?
Ferit Edgü’nün bu satırları unutulmaz bir kitap adını müjdeler: Kitabına ne güzel yakışırdı YAŞAMIN UCUNA YOLCULUK.
Varoluşun ucuna yolculuk
Sonraki mektuplar boyunca Yaşamın Ucuna Yolculuk’u ve Pavese’yi konuşurlar. Tezer Özlü bu adı benimser, Celiné’nin Gecenin Sonuna Yolculuk’a benzemesinden biraz çekinse de 26 Mart 1984’te kitabının kendi içindeki yankısını dile getirir: Dediğin gibi, kitap benim varoluşumun ucuna yolculuk. Belki bundan sonra ölümümün ucuna da yolculuk edebilirim.
Ferit Edgü kitabın kusursuz yayımlanması için çok çalışmış ancak Tezer Özlü’nün düzeltileri geç kalmış, dizgide, düzeltide aksaklıklar olmuştur. Kitap Edgü’nün içine sinmeyecek biçimde hatalı çıkmıştır. 27 Nisan 1984’te yazdığı mektupta basılmış üç bin kitabı kalorifer kazanında yakacağını söyler ve 7 Mayıs’ta da “Kitap bu yanlışlarla çıksaydı, çıldırırdım. Çünkü herhangi bir kitap değil” diye yazar.
Yaşamın Ucuna Yolculuk’la birlikte Svevo ve Handke’nin kitabı da yayımlanacaktır. Tezer Özlü bu tesadüfe çok sevinmiştir. Ferit Edgü Handke’nin kitabının Türkçe adı için öneriler göndermesini ister Tezer Özlü’den. Tezer Özlü kitabın adını çok sevmiş ve kendine çok yakın bulmuş olmalı ki sonraki mektuplarda da sıkça bu kitabın adına göndermeler yapmıştır:
Handke’nin Wunchloses Unglück adı için birkaç öneri yazmayı denedim... Bir saniyede şu sözcükler boşaldı: Mutsuzluğun İsteksizliği (kelime çevirisi)... Mutsuzluğun Boşluğu/ Mutsuzluğun Sessizliği/ Mutsuzluğun Hiçliği/ Mutsuz Bir Hiçlik/ Mutsuzluğun Bırakılmışlığı/ Mutsuzluğun Durgunluğu. (Zürih, 27 Temmuz 1984)
Ferit Edgü Yaşamın Ucuna Yolculuk çıktıktan sonra gazete ve dergilerde çıkan yazıları, eleştirileri kesip bir kopyasını Tezer Özlü’ye gönderir. Bunların içinde Fethi Naci’nin yazdıkları hayal kırıklığı yaratır Tezer Özlü de, hatta biraz kızdırır bile onu:
Fethi naci’ye kızar
Benim kitap için Fethi Naci’nin yazdığını okudum. Biz neler yazıyoruz, onlar neler yazıyor. Ne gibi bir dil kullanıyorlar. Aramızda uçurumlar var. Ayrıca kitap üzerine bir tek cümle kurmayı başaramamış. Ama kendi sorunu. (Zürih, 1 Ekim 1984)
Mektuplar boyunca Sezer Duru, Orhan Duru ve Demir Özlü’nün Tezer’in hayatındaki yerini de görürüz. Sezer ve Demir kardeş olmaktan çok ötede, onun varoluş mücadelesinin de yazarlığının da en önemli destekçileri olurlar. Ferit Edgü’nün de yakın arkadaşları oldukları için mektuplarda karşılıklı olarak haberler verilir, buluşmalar anlatılır, planlar yapılır. Her buluşma bir şenliğe dönüşür.
Tezer Özlü “Ben en çok seni kavrayabiliyorum. Nasıl anlatayım. Senden başka hiçbir insanı tam anlamıyla, bütünüyle kavrayamıyorum” dediği Ferit Edgü’ye yazdığı mektuplardan öykü ve romanlarında olduğu gibi yalnızlığını dile getiriyor. Bu yalnızlıktan devşirdiği acıları, hüzünleri, sevinçleri ve mutlulukları anlatıyor. Bütün bunları yazdığı kişi en yakın arkadaşlarından biri olunca çok daha derin ve yoğun hissediliyor yaşadıkları. Yapıtlarına kaynaklık eden o iç huzursuzluğun ve arayışın izleri, -belki tamamı- bu mektuplarda karşımıza çıkıyor.
Her Şeyin Sonundayım Tezer Özlü’nün olduğu kadar Ferit Edgü’nün de sanat anlayışına, edebiyatçılığına , Yaşamın Ucuna Yolculuk’un yayımlanma serüveninde öğrendiğimiz üzere yayıncılıktaki titizliğine de ışık tutan mektuplardan oluşuyor. Edgü’nün ruh hallerine, yazma ve okuma tutkusuna ama dahası iyi edebiyat karşısındaki heyecanına tanıklık ediyor bu mektuplar.
Anlatıklarıyla ve anlatım biçimleriyle mektubun edebi bir tür olduğunu açıkça ortaya koyan bu mektuplar Tezer Özlü ve Ferit Edgü’nün yapıtlarıyla birlikte okunabileceği gibi tek başına da birer mücevher. Toprağın en derin yerlerinden kazılarak getirilmiş, bu kazının tüm darbelerini içinde barındıran ama ışıl ışıl parlayan bir mücevher.
“HER ŞEYİN SONUNDAYIM”
Tezer Özlü-Ferit Edgü Mektuplaşmaları
Sel Yayıncılık
2010
111 sayfa, 10 TL.
Ferit Edgü, Her Şeyin Sonundayım (Tezer Özlü-Ferit Edgü Mektuplaşmaları) adlı kitaba yazdığı önsözde yaşamlarıyla yapıtları arasında sınırlar olmayan yazarlardan bahseder. Tezer Özlü de Edgü’nün deyişiyle bu yazarlardandır: “Tezer Özlü, bu tür yazarlardan biriydi. Yazarlık gücünü yaşadıklarından alan, yaşadıkları için yazınsal bir dil yaratan, varoluşunu yazmaya, yazısını varoluşuna borçlu biri.”
Mektup, en özel şeylerin anlatıldığı, sanatçının eserleri dışındaki dünyasında olup bitenlerin yer aldığı bir metin olarak, okurun sanatçıyı başka açılardan da tanımasını sağlarken, edebiyat tarihçisinin, pek çok eksiği gidermesine, tarihin tozlu sayfaları arasında kalmış, unutulmuş gerçeklere ulaşmasına, kimi zaman da yanlışları düzeltmesine yardımcı olur. Edebi değeri her ne kadar büyük olursa olsun, bütün mektupların öncelikle “özel” olduğunu bilmek, bu türden yararlanarak yapılan araştırmalarda, çeşitli engeller yaratmaktadır. Araştırmacının karşılaştığı soru, bu türün genel sorunu olarak karşımıza çıkan, bir yabancı olarak bizim bu mektupları okumaya hakkımızın olup olmadığıdır.
Benzer bir kaygıyla uzun süre bu mektupları yayımlamayan Ferit Edgü mektupların yayımlanma serüvenini de önsözde anlatmaktadır: “Her yazarın kendine ait (Virginia Woolf’un deyişiyle) bir odası olduğuna ve bu özel odaya, eline kitabı alan herkesin girmeye hakkı olmadığına inandığım için. Bugün, Tezer’in tüm yakınlarının izni, hatta isteğiyle, bu mektupları yayımlarken önemle belirtmek istediğim bir nokta var: Tezer, hastalığının düşüşe geçtiği dönemlerde (bazıları klinikte) yazdığı mektuplarda, yaşadıklarını dile getirdiği kadar, saplantılarını, (sözcüğü bağışlayın) sabuklamalarını da dile getiriyor. Okur, bu mektupları bu gerçeği göz önünde tutarak okuyup anlamalıdır.”
1966’da başlayan ve 1985’in son günlerine dek süren bu yazışmalar Tezer Özlü’nün yazdıklarının kılavuzu ve ruhunun iç dökümü. Ancak bu mektupları çarpıcı kılan sadece bu özellikleri değil, mektuplarda edebiyatı her an yaşayan, yaşamla yazmak arasında gidip gelen bir ruhun izini sürmek mümkün.Üstelik her mektup büyük bir kütüphanenin habercisi.
Özel hayatı da var
Tezer Özlü’nün en yakınlarından biri olan Ferit Edgü’ye yazdıklarında özel hayatına ilişkin kimi ayrıntılar da vardır. Evlilikleri, boşanmaları ve günlük hayatın sürdürülmesi için yapılması gerekenler. Bütün bunları yazarken de Tezer Özlü’nün kendine has anlatımını görürüz. İç kıyıcı ama uzaklaşılıp bakılması gereken meselelerdir bunlar. İlerlemiş depresyonunda kullandığı ilaçlar, doktorlar, hastaneler de yer alır mektuplarda. Bunlar okurun Özlü’nün dünyasına bir adım daha yaklaşmasını ve onun yaşamaya ya da ölmeye, gençliğe ya da yaşlılığa dair düşüncelerini öğrenmesini sağlar. Okur onun bitmek bilmeyen umudunun bir parçası olur mektupların ilerleyen sayfalarında:
Çok iyiyim, bir haf ta sonra hastaneden çıkacağım. Çok yeni, çok güzel günler bekliyor beni. Bunların hepsini hak ettim. (Ankara, 9 Ocak 1967)
Artık, hastalığımın düşüncesi de kafamdan sıyrılmaya başladı, üstelik bu durumun yararlı yönlerini bile bulmaya başladım... (Ankara, 13 Ocak 1968)
Yazının başında da söylediğim gibi mektuplar bir yazarın evrenini aydınlatan, onun edebiyata ve diğer sanatlara nasıl baktığını gösteren önemli metinlerdir. Tezer Özlü’nün Ferit Edgü’ye yazdığı mektuplar onun sinemaya ve müziğe olan tutkusunu da açıkça ortaya koymaktadır. Erden Kıral’ın filmler başta olmak üzere, izlediği filmler, dinlediği müzikler mektupların satıraralarında uçuşur gider:
Çok iyi olan pikabımdan Bach’ı kaldırdım, Telemann’ı koydum. Torelli ve Marcello’yu da çok sever oldum, ama plağı yok. Hiç plak yok zaten (2 Bach, 1 Händel, bir de Telemann var). (İstanbul, 11 Şubat 1967)
Ingmar Bergman’ın Yaban Çilekleri ve Aynadaki Sessizlik adlı kitaplarını çeviren Tezer Özlü okurken bir yandan da çeviriyi düşünmektedir. Ferit Edgü’ye sıkça çevirmek istediği kitapları yazar. Kitapları ve yazarlarını uzun uzun anlatır: Çevirmek istediğim üç kitap var: 1) Golem 2) Max Brod/ Kafka 3) Peter Weiss (Abschied [von] den Eltern). (İstanbul, 11 Şubat 1967)
Neredeyse tüm mektuplarında okudukları kitaplar vardır: Vladimir Neff, Kafka, Dostoyevski. Ferit Edgü’yle ikisinin ortak aşkları Kafka’dan sıkça söz eder Tezer Özlü:
Yazmış olduğun mektup gerçekten çok güzel. Onu Kafka’nın “Briefe an Felice”si kadar seviyorum. (Ankara, 16 Şubat 1967) Zaten müşterek aşklarımız çok. Dostoyevski, Kafka. Bir yıldır ben de yalnız Kafka okuyabiliyorum. (Endenna, 26 Mart 1984)
Tezer Özlü’nün pek çok yazarı keşfine tanıklık ederiz bu mektuplarda. Peter Weiss başta olmak üzere Robert Walser’i okumanın heyecanını sürekli dile getirir: Robert Walser’i tanır mısın? İsviçre edebiyatının bence en önemli yazarı. Tam bir Kafkaesk korku ve Dostoyevski yüreği ve zaman zaman Gogol acı humoru taşıyan bir yazar. (Zürih, 7 Ağustos 1984)
Robert Walser’i Türkçeye çevirmek ister. İsviçre’de Pro Helvetia adlı bir kurumdan yardım almayı ve onların vereceği parayla kitabı Ada Yayınları’ndan yayımlamayı planlamakta, bunun için de Ferit Edgü’yü ikna etmeye çalışır.
Ferit Edgü’nün Tezer Özlü’ye yazdığı (kitapta yer alan) ilk mektup 20 Mart 1984 tarihini taşımakta. Bu mektup Türk edebiyatına bir başyapıtın kazandırılma hikâyesidir gerçekte. Ferit Edgü Tezer Özlü’nün “Bir İntiharın İzinde” adıyla yazıp gönderdiği kitabı okumuş ve ilk izlenimlerini yazmıştır:
“Bir İntiharın İzinde” müthiş bir kitap. Çok müthiş bir kitap. (Başka sözcük bulamıyorum.) Yıllar var ki böyle bir metin okumadım. (Tabii Türkçe metinlerden söz etmiyorum.) Bana gençlik yıllarımda, Rimbaud’yu, Lautreamont’u, daha sonra Kafka’yı, Rilke’yi, Hölderlin’i keşfettiğim günleri yaşattı.
Birkaç yıl önce, çocukluğunun soğuk geceleri için düşünüp de söyleyemediğim, dile getiremediğim buydu işte: o malzemenin öykülemeye değin, böylesi bir çığlığa dönüşmesi gerektiğini düşlemiştim. İçine sıçayım edebi türlerin. Romanın. Öykünün. Şiirin. İçine sıçayım. Bana yaşamın ucuna yapılan yolculuklar gerek. Bu yolculuğun türü olur mu?
Ferit Edgü’nün bu satırları unutulmaz bir kitap adını müjdeler: Kitabına ne güzel yakışırdı YAŞAMIN UCUNA YOLCULUK.
Varoluşun ucuna yolculuk
Sonraki mektuplar boyunca Yaşamın Ucuna Yolculuk’u ve Pavese’yi konuşurlar. Tezer Özlü bu adı benimser, Celiné’nin Gecenin Sonuna Yolculuk’a benzemesinden biraz çekinse de 26 Mart 1984’te kitabının kendi içindeki yankısını dile getirir: Dediğin gibi, kitap benim varoluşumun ucuna yolculuk. Belki bundan sonra ölümümün ucuna da yolculuk edebilirim.
Ferit Edgü kitabın kusursuz yayımlanması için çok çalışmış ancak Tezer Özlü’nün düzeltileri geç kalmış, dizgide, düzeltide aksaklıklar olmuştur. Kitap Edgü’nün içine sinmeyecek biçimde hatalı çıkmıştır. 27 Nisan 1984’te yazdığı mektupta basılmış üç bin kitabı kalorifer kazanında yakacağını söyler ve 7 Mayıs’ta da “Kitap bu yanlışlarla çıksaydı, çıldırırdım. Çünkü herhangi bir kitap değil” diye yazar.
Yaşamın Ucuna Yolculuk’la birlikte Svevo ve Handke’nin kitabı da yayımlanacaktır. Tezer Özlü bu tesadüfe çok sevinmiştir. Ferit Edgü Handke’nin kitabının Türkçe adı için öneriler göndermesini ister Tezer Özlü’den. Tezer Özlü kitabın adını çok sevmiş ve kendine çok yakın bulmuş olmalı ki sonraki mektuplarda da sıkça bu kitabın adına göndermeler yapmıştır:
Handke’nin Wunchloses Unglück adı için birkaç öneri yazmayı denedim... Bir saniyede şu sözcükler boşaldı: Mutsuzluğun İsteksizliği (kelime çevirisi)... Mutsuzluğun Boşluğu/ Mutsuzluğun Sessizliği/ Mutsuzluğun Hiçliği/ Mutsuz Bir Hiçlik/ Mutsuzluğun Bırakılmışlığı/ Mutsuzluğun Durgunluğu. (Zürih, 27 Temmuz 1984)
Ferit Edgü Yaşamın Ucuna Yolculuk çıktıktan sonra gazete ve dergilerde çıkan yazıları, eleştirileri kesip bir kopyasını Tezer Özlü’ye gönderir. Bunların içinde Fethi Naci’nin yazdıkları hayal kırıklığı yaratır Tezer Özlü de, hatta biraz kızdırır bile onu:
Fethi naci’ye kızar
Benim kitap için Fethi Naci’nin yazdığını okudum. Biz neler yazıyoruz, onlar neler yazıyor. Ne gibi bir dil kullanıyorlar. Aramızda uçurumlar var. Ayrıca kitap üzerine bir tek cümle kurmayı başaramamış. Ama kendi sorunu. (Zürih, 1 Ekim 1984)
Mektuplar boyunca Sezer Duru, Orhan Duru ve Demir Özlü’nün Tezer’in hayatındaki yerini de görürüz. Sezer ve Demir kardeş olmaktan çok ötede, onun varoluş mücadelesinin de yazarlığının da en önemli destekçileri olurlar. Ferit Edgü’nün de yakın arkadaşları oldukları için mektuplarda karşılıklı olarak haberler verilir, buluşmalar anlatılır, planlar yapılır. Her buluşma bir şenliğe dönüşür.
Tezer Özlü “Ben en çok seni kavrayabiliyorum. Nasıl anlatayım. Senden başka hiçbir insanı tam anlamıyla, bütünüyle kavrayamıyorum” dediği Ferit Edgü’ye yazdığı mektuplardan öykü ve romanlarında olduğu gibi yalnızlığını dile getiriyor. Bu yalnızlıktan devşirdiği acıları, hüzünleri, sevinçleri ve mutlulukları anlatıyor. Bütün bunları yazdığı kişi en yakın arkadaşlarından biri olunca çok daha derin ve yoğun hissediliyor yaşadıkları. Yapıtlarına kaynaklık eden o iç huzursuzluğun ve arayışın izleri, -belki tamamı- bu mektuplarda karşımıza çıkıyor.
Her Şeyin Sonundayım Tezer Özlü’nün olduğu kadar Ferit Edgü’nün de sanat anlayışına, edebiyatçılığına , Yaşamın Ucuna Yolculuk’un yayımlanma serüveninde öğrendiğimiz üzere yayıncılıktaki titizliğine de ışık tutan mektuplardan oluşuyor. Edgü’nün ruh hallerine, yazma ve okuma tutkusuna ama dahası iyi edebiyat karşısındaki heyecanına tanıklık ediyor bu mektuplar.
Anlatıklarıyla ve anlatım biçimleriyle mektubun edebi bir tür olduğunu açıkça ortaya koyan bu mektuplar Tezer Özlü ve Ferit Edgü’nün yapıtlarıyla birlikte okunabileceği gibi tek başına da birer mücevher. Toprağın en derin yerlerinden kazılarak getirilmiş, bu kazının tüm darbelerini içinde barındıran ama ışıl ışıl parlayan bir mücevher.
“HER ŞEYİN SONUNDAYIM”
Tezer Özlü-Ferit Edgü Mektuplaşmaları
Sel Yayıncılık
2010
111 sayfa, 10 TL.