Saturday, August 17, 2013

YAŞAMA UĞRAŞI - CESARE PAVESE











Yaşama Uğraşı
Cesare Pavese

E YAYINLARI




Yaşama Uğraşı 1952 yılında yayımlandığı zaman, önemli bir edebiyat olayı sayıldı ve çok geçmeden başka dillere de çevrildi. Çağdaş İtalyan Edebiyatı'nın en önemli yazarlarından biri olan Cesare Pavese'nin yazarlık sanatıyla ilgili çok ilginç görüşlerini içtenlikle yansıtan Yaşama Uğraşı önemini bugün de koruyan bir belge niteliği taşımaktadır.



"Gizlice en çok korkulan şey hep gerçekleşir sonunda.

Yazıyorum: Ey, Sen, acı.



Peki sonra? Bütün gerekli olan biraz cesaret. Acı ne kadar ortaya çıkar ve keşinleşirse, yaşama içgüdüşü o kadar ağır basıyor ve intihar düşüncesi zayıflıyor.



Kolay sanmıştım ilk düşündüğümde. Zayıf kadınlar yapmıştı bu işi. Alçakgönüllülük istiyor, kendin beğenmişlik değil. Tiksiniyorum bütün bunlardan. Sözler değil. Eylem. artık yazmayacağım..." 18 Ağustos 1950

(Arka Kapaktan)





Ömrünü kadınları anlamaya, onlar tarafından sevilmeye adamış bir isim: Cesare Pavese. Kadınlarını anlama çabaları başarısız kaldıkça; bu başarısızlık da sevgisizlik, yani yeryüzü yoksunluğu, yani evren sürgünlüğü anlamına geldikçe “Yaşama Uğraşı”ndan adını düşüren Cesare Pavese...



Aslında nereden bakılırsa bakılsın, Pavese’nin kısa süren ilginç yaşamı, yeryüzünde henüz pek fazla değişmemiş bulunan kadın kültürüne verilmiş keskin bir cevaptır. Hayır, keskinliği, Pavese’nin “herşeyden tiksindiğini” belirterek Torino’da bir otel odasında intihar etmesiyle ilgili bir husus değil. Keskinlik, Pavese’nin ömür boyu sürdürdüğü çabadan kaynaklanıyor. “Günlükler” titiz bir gözle okunduğunda, öfkelerinde, kırgınlıklarında, kızgınlıklarında bile, Pavese’nin yüzünü kadınlara dönme çabasından vazgeçmediği görülebilir rahatlıkla. Çünkü sevgi ihtiyacı içindedir ve sevilmeyen ya da yeterince (Buradaki “yeterlilik,” sadece ve sadece sanatçının karar verebileceği bir dengeye tekabül eder ve ne yazık ki, yeryüzünün kayıt kabul koşulları dolayısıyla kesinlikle gerçek niteliğine kavuşamaz. Belki de asıl trajedi budur.) sevilmeyen her insan gibi yalnızdır. Muayenehanelerinde, modern insanın sıkıntılarına çare aradıklarını savunan psikiyatr ve psikologlar, sanatçının evrendeki yalnızlığının yansıma biçimlerine dair dişe dokunur ve adam içinde okunur bir araştırma yapmadıkları için, yalnızlığın bu boyutu üzerinde pek fazla durulmaz genellikle. Durulmazsa ne olur? Ne olacak, birkaç Pavese daha çekilir aramızdan, kendilerine yaşatılan laneti kusarak üzerimize...

    
“Gençliğimin sona erdiğini haber veren belirtiler arasında en önemlisi artık edebiyata karşı büyük bir ilgi duymayışım. Bir zamanlar her şeye rağmen duyduğum, manevi doğrular bulma umuduyla açmıyorum kitapları artık. Okuyorum, daha da çok okuyabilmek istiyorum, ama bir zamanlar yaptığım gibi, kitaplarda bulduğum çeşitli yaşantıları ne heyecanla karşılıyorum, ne de bunları parlak, şiir öncesi ussal bir gürültüye dönüştürüyorum. Torino sokaklarında dolaşırken de aynı şey oluyor. Bu yerleri artık yaratma çabasını hızlandıran romantik, simgesel bir güç kaynağı olarak görmüyorum. Her keresinde, ‘önceden yapılmış bu’ demek geliyor içimden. Ezilmelerimi, saplantılarımı, yorgunluklarımı ve dinlenmelerimi iyice gözden geçirince, açıkçası hayata yeni buluşlar getirecek bir alan olarak bakmıyorum artık, şiir daha az ilgilendiriyor beni bu açıdan; sadece düşünülecek ve çözümlenecek olan sıkıcı bir malzeme gözüyle bakıyorum her ikisine de.”

      

1936 yılında yani intiharından 14 yıl önce yazıyor bunları Pavese ve insan ister istemez, “Hayatını adadığı edebiyata olan ilgisini de yitirdikten sonra nasıl tahammül etti bu kadar yıl?” sorusunu soruyor kendine. Aslında “beklenti ya da umut” gibisinden sefilin sefili bir cevabı vardır bütün bu tahammül serüveninin ve ne yazık ki, Pavese için de geçerlidir bu. Çünkü, iki kırılganlık arasındaki gidiş gelişlerden, hayatı sürdürmek konusunda çok fazla destekleyici ayrıntı elde etmek mümkün değildir. Olsa olsa, bir kıyıdan karşı kıyıya geçiş imkânlarını araştırırken, kişinin karşısına çıkan kanat müsveddelerinin şakırtısına denk düşen bir aldanıştan ibarettir hepsi de.



altı çizilenler:



"Yaşamak uzun bir toplama işlemi gibidir, arada bir toplama yanlışı yaparsan, doğru sonucu hiçbir zaman bulamazsın." (s.33)



"Bir kadın eğer budalaysa, eninde sonunda bir insan yıkıntısı ile karşılaşır ve onu kurtarmaya çalışır. Kimi zaman da başarır bu işi. Ama bir kadın, eğer budala değilse, eninde sonunda akıllı, sağlıklı bir adam bulup onu yıkıntıya çevirir. Her zaman başarır bu işi." (s.38)



"Derdini söylemekle ona çare bulmanın aynı şey olmadığını anlamakla insan çocukluktan kurtulur." (s.38)



"Asıl başarısız insan, büyük işleri gerçekleştiremiyen değil – bunu kim başarmıştır ki- bir yuva kurmak, bir dostluğu, bir kadınla mutlu bir ilişkiyi sürdürmek, ekmek parasını kazanmak gibi küçük şeylerde başarısızlık gösteren insandır. Başarısızlığın en acısı budur." (s.39)



"Bir erkek kendisini aldatan bir kadın yüzünden üzülürse, o kadını sevdiği için değil, o kadının güvenine layık olamadığından duyduğu aşağılanma için çeker bu acıyı." (s.39)


"Her kadın, sevdiği uzaklardayken dertleşebileceği birlikte boş saatlerini doldurabileceği bir erkek arkadaş arar; bu arkadaşın, uzaktaki adam için duyduğu sevgi üzerinde bir etkisi olmadığını söyler; erkek arkadaşı kadının uzaktakine olan sevgisiyle çatışabilecek bir şey istedi mi; kadın incinir; ama bu arkadaş daha çok acı çekmemek için sözlerini, bakışlarını denetlemeye, daha dikkatli davranmaya kalkıştı mı, kadın-herhangi bir kadın- adamın acı çekişini görebilmel için hemen onun üzerindeki çekiciliğini arttırır." (s.39-40)



"Sevişmek gibi bir şeydir şiir yazmak: duyduğu tadın paylaşılıp paylaşılmadığını hiç bilemez insan." (s.40)



"Sevdiğin kadın günlerinin ne kadar boş, dayanılmaz olduğunu sana söyleyebilir; şaşılacak olan, senin günlerinin nasıl geçtiğine hiç aldırmayışıdır." (s.40)



"Ya Tanrı yarattığı şeyleri bizim onları daha çok ya da daha az istediğimize göre değerlendiriyorsa?" (s.40)



"İnsanın acı çekmeye alıştığı doğruysa, nasıl oluyor da insan yıllar geçtikçe daha çok acı çekiyor?" (s.40)



"Bir daha, yalnız sana bağlı olmayan şeyleri ciddiye alma. Aşk, dostluk,ün gibi. Yalnız sana bağlı olan şeyler konusunda da, bunları ciddiye alıp almamanın bir önemi var mı? Kim bilebilir? Herhangi bir 'kim'se yok ki, 'Ben' bile anlamsız bir kelime olur bu durumda.Daha iyi, daha iyi." (s.41)



"Bir şeye sahip olmak varken, vazgeçebilen biri olabilir mi? Böyle bir eli açıklık sadece güçsüzlüğün ülküleştirilmesidir." (s.42)



"Birini sevmek, bunun karşılığında sevilsen bile, sevilen kimseyi ilgilendirmeyen kişisel bir sorundur." (s.45)



"Her zamanki trajedi: ancak kendisinden nefret ettirebilen adam kendisini sevdirebilir - aynı kadına." (s.46)



"Birine iyilik etmeye çalış. Çok geçmeden onun hoşnutlukla parlayan yüzünden nasıl tiksindiğini göreceksin." (s.47)



"Bir kadın yüz kadının öğreteceğinden daha fazlasını öğretiyor insana." (s.48)



"Günahın çekiciliği ve heyecanı tıpkı geceleyin gördüğümüz bir rengi önce bir şey sanıp sonra başka bir şey olduğunu anlamaktan duyduğumuz heyecan gibidir." (s.49)



"Oysa herkes öldürür sevdiği şeyi,
Bu herkesçe biline.
Kimi sert bir bakışla yapar bunu,
Kimi övücü sözlerle." (s.54)



"Hiç bir sakınma duymadan sevmek, karşılığı durmadan ödenen bir lükstür." (s.54)



"Talihsizliklerin en kötü yanı, öyle olmadığı zaman bile insana her şeyi talihsizlik olarak yorumlama alışkanlığını kazandırmalarıdır." (s.56)



"Gerçeğin mutlak mantığına inanan düşünürler bu konuyu bir kadınla ciddi olarak tartışmamaışlardır." (s.59)



"Gerçek kötülük başlangıcından beri kötü olduğu için daha da kötüleşemeyip kendi soysuzlaşması sonucu bir gün kuruyup gidecek birinden değil de, bir zamanlar iyi olmuş olan birinden gelir." (s.66)



" 'En kutsal sevgilerimizin' hepsi tembel bir alışkanlıktan başka bir şey değildir." (s.68)



"Acı çeken hiç kimse artık eskisi gibi değildir; tıpkı yaralanmış bir gövdenin eskisi kadar sağlıklı olamıyacağı gibi, ancak belli bir sertleşme ve nasırlaşma olabilir." (s.68)



"Yalnız becerikli kimseler kötülük yapıp bundan zararsız bir şekilde kurtulmasını biliyorlar." (s.69)



"Kötü bir davranış yüzünden pişmanlık duyduğumuz zaman, bizi tedirgin eden başkalarına verdiğimiz zarar değil, bunun bize getirdiği rahatsızlıktır." (s.70)



"Sevdiğimiz bir insanın arada bir hoşumuza gitmeyen, sinir bozan ya da bizi inciten bir şekilde hareket etmesinden yakınmamalıyız. Homurdanacak yerde, gücenmişliğimizi ve kinimizi biriktirmeliyiz: bir gün bu sevdiğimiz insan şu ya da bu şekilde bizi bırakıp gittiği zaman, acımızı hafifletmeye yarar bu biriken duygular....Ama ancak belli bir noktaya kadar işe yarar böyle bir birikim. Çekip gidene suç yüklemek onun yok oluşunun acısını dindirmez, ona karmaşık bir nitelik kazandırır sadece. Bizi anlatılmaz bir şekilde incitmiş olması, aramızdaki bağların gevşemesini gerektirmez; o andaki yasımıza dinmez bir sızı, çaresiz bir aşağılık duygusu, giderilmez bir kaybın mührünü basar." (s.73)



"Bir insanı küçük düşürmenin en korkunç yolu onun acı çektiğine inanmamaktır." (s.74)



"Bir kadın seni aldatmıyorsa, işine gelmediği için yapmıyordur bunu."



"Her lüksün ücretinin ödenmesi gerekir ve başta dünyaya gelmek olmak üzere her şey bir lükstür." (s.75)


"Elbette acı çekerek insan birçok şey öğrenebilir. Ne yazık ki acı çekmek öğrendiklerimizden yararlanacak gücü bırakmaz bizde; bir şeyi sadece bilmekse, hiçten de az bir şeydir." (s.75)



"işimize  geldiği zaman bağışlarız başkalarını." (s.80)



"Her sıyrığı bir yıkım sayma alışkanlığı gerçek bir yıkımın incitme gücünü azaltır. Talihsizlik çıkıp geldi mi,kendine güvenen iyimser, korkunç acı çeker; işlerin her zaman kötü gittiğine inanan insanın çektiği acı da ölçülüdür; sapına kadar kötümser olan insan ise, korktuklarının çıkmasından sevinç duyar." (s.80)


"Bizim istediğimiz bir kadına sahip olmak değil, bir kadına sahip tek erkek olmaktır." (s.84)



"Okurken aradığımız yeni düşünceler değil, kendi düşüncelerimizin basılı sayfada doğrulandığını görmektir. Bize çarpıcı gelen sözler, kendimize malettiğimiz - içinde yaşadığımız - bir evrende yankılar yapan sözlerdir." (s.86)



"Aylaklık saatlerin yavaş, yılların ise, hızla geçmesine yol açar. Çalışmak saatlerin kısa, yılların ise uzun olmasını sağlar." (s.87)



"Aynı zamanda sana bir şey öğretmeyen acı boşuna çekilmiş acıdır." (s.89)



"Ölçünün iyilik-kötülük değil de, kurnazlık-budalalık olduğu siyasal hayatta en aşağılık oyunlara bile izin verilmesinin nedeni şu olmalı: siyasal kurumlar ölmedikleri için, herhangi bir Tanrı karşısında da sorumlu değildirler. Bireysel ahlakın tek nedeni ise bir gün öleceğimizi bilmemiz ve ondan sonra ne olacağını bilmememizdir." (s.114)



"Şaka olarak bile hiçbir zaman yıldığımızı söylememeliyiz; çünkü bakarsınız, birisi inanır bu sözümüze". (s.120)



"Zeka gösterileriyle bir kadını elde edebileceğini sanmak kadar budalaca bir şey yoktur. Bu konularda zeka güzellikle yarışamaz;çünkü güzelliğin cinsel heyecan uyandırmasına karşılık, zeka böyle bir şey yapamaz.

İnsan bu tutumla, ancak zeka yetki, zenginlik ve ün elde etmenin bir aracı olarak göründüğü zaman bir kadını elde edebilir; çünkü bu durumda kadın sözü edilen olanaklardan yararlanacağını bilir. Ama zeka kendi başına, kişisel hiçbir yanı olmayan büyük bir makina gibi, her kadını kayıtsız bırakır. Unutmaman gereken bir gerçek." (s.121)



"Asıl ustalık herkesin gözkoyduğu bir kadını elde etmek değil, bu nitelikteki bir kadını daha tanınmamışken bulup çıkarmaktır." (s.124)



"Bir şeyi yapabileceğimizi bilmek bile bize yetiyor, bu yüzden belki onu yapmaktan bile vazgeçiyoruz." (s.128)



"Gövdemizin işleyişindeki incelikleri ancak bir hastalık sonucu anlayabiliriz. Aklımızın ve ruhumuzun işleyişini de dengemizi yitirdiğimiz zaman." (s.129)



"Tanrısal adaletin yorumundaki her yetersizlik boş inanlara yol açar. Tanrı'nın adaletini tanıtlamak için girişilen çaba amacını aştı mı, boş bir inana dönüşür." (s.169)



"Cömertçe başkalarının acılarını paylaşarak yaşıyamayan insan, kendi acısını dayanılmaz bir yoğunlukta duymakla cezalandırılır." (s.174)



"Çocuk olmanın hiçbir güzel yanı yoktur: yaşlandığımız zaman, çocuk olduğumuz günleri hatırlamaktır güzel olan." (s.175)



"Birinden öç mü alacaksın? Onu bağışlamış gibi davran: bırak, hayat öç alsın ondan" (s.183)



"Senin düşmanından başkalarının öç almaları kadar tatlı bir öç alma duygusu yoktur. Üstelik, bunun sana iyi yürekli insan rolünü vermesi gibi bir yararı da vardır." (s.183)



"Gene de bir uğraştır beklemek. Bekleyecek bir şeyi olmamaktır korkunç olan." (s.190)


"Çivi çiviyi söker. Ama bir çarmıh yapılır dört çividen." (s.239)



"Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım" (s.240)