Tuesday, July 23, 2013

Delilige Övgü * Erasmus


Şöyle der Erasmus :
“ … beni, hicvetmiş olmakla suçlayabilecek insanlara cevap olarak, insan hayatı üzerine şaka yapmak için kalem erbabına her zaman izin eğim, yeter ki bu şaka hiddet ve şiddete çevrilmesin. Yalnız alışılmış başlıklara tahammül edebilen asrımızın inceliği kadar acayip bir şey yoktur. Hatta bir takım kimseler vardır, bunların edepleri o kadar yetersizdir ki, papalar ve büyükler hakkında en hafif bir alayı duymaktansa – bu alayların kendi faydalarına olması mümkün olduğu halde – İsa hakkında küfürler işitmeye razıdırlar... Bu nüktelerle kendine hakaret edildiğini sanan kimse bulunursa, kesinlikle vicdanı onu gizliden gizliye suçluyor, ya da halkın kendisini suçlama hakkı olduğundan korkuyordur. ”
“ Nasılsa deliye her şeyi konuşmak serbest ” diyerek ortaçağ felsefesine, önyargılara ağır eleştiriler yapan Erasmus’un eleştiri oklarının ana hedefi; menfaatçiler, yağcılar, riyakârlığa prim veren idareciler, yapmacık tutum ve davranış içinde olanlar, kendini bilmezler, kibirliler, çağının bilim adamları, krallar ve kilisedir, yani hemen hemen herkes…
Esere egemen olan iki temel görüş vardır. Bunlardan birine göre gerçek bilgelik, deliliktir. Öteki görüşe göre ise kendini bilge sanmak, gerçek deliliktir. İnsana yeryüzünde yaşama gücü kazandıran şey, gerçek bilge olma niteliğiyle doğrudan doğruya deliliğin kendisidir. Delilik, çocuklukta ve yaşlılıkta, dostlukta, aşkta ve savaşta, yazımda her zaman baskın bir etkendir. Tüm uğraş alanları, özellikle din kurumu ve din adamları bu panorama çerçevesinde sergilenir.
Söz kendisini övmesi için deliliktedir. Tüm kitap boyunca konuşur delilik.
Babasının zenginlik tanrısı Plutos, annesinin Gençlik perisi olduğunu ve Saadet adalarında doğduğunu anlatır. Sütninelerinin sarhoşluk ve cehalet olduğunu söyleyen delilik, cariyeleri olarak özsaygı, yüze gülme, unutma, tembellik, şehvet, bunaklık ve zevkusefayı tanıtır dinleyicilerine .
Bunlar onu besleyen unsurlardır ve bu sadık hizmetkârları yardımıyla evrende ne varsa hepsini devletine tabi kıldığını ve dünyayı idare edenleri idare ettiğini söyler. Çocuklukta, yaşlılıkta, dostlukta, aşkta ve evlilikte, savaşta ve barışta, kendisinin insanlara nasıl egemen olduğunu ve onları nasıl mutlu kıldığını anlatır. Yeryüzündeki tüm sevinç, saadet ve hazların ondan geldiğini söyleyerek bunları kanıtlamaya çalışır. Bunu yaparken de eleştiri oklarını savurur sağa sola.
Makamlarının, unvanlarının gerektirdiği sorumluluğu yerine getirmeyen, gereken özveriyi göstermeyen, riyakârlığa, yalana prim veren herkes hedeftedir sırasıyla…
“… İlk önce şunu biliniz ki; bir insan kendi kendini övdü diye onu hemen züppelik ve küstahlıkla suçlayan bilgeler umurumda değildir. Böyle bir insana deli desinler, âlâ! Fakat hiç olmazsa, kendini övmekle bu sıfata tamamen uygun hareket ettiğini itiraf etsinler! Zaten, böyle yapmakla, bilgelerin ve büyüklerin çoğundan çok daha büyük alçak gönüllükle hareket ettiğime inanıyorum. Onları kötü bir utanma alıyor. Kendi kendilerini övmeye cesaret edemiyorlar, fakat çoğu zaman dalkavuk bir şakşakçıyı, sahtekâr bir şairi yanlarına çağırıyorlar: o da para karşılığında, onları övmeye yani onlara yalanlar söylemeyi üstleniyor… ”
Yöneticilerin olmasını istediği insan tipini hicveder, sanki günümüz insanını eleştirir gibi:
“…Evet insanlar kendilerini ne kadar bilgeliğe verirlerse mutluluktan o kadar uzaklaşırlar. O zaman, bizzat delilerden daha deli olduklarından, insan olduklarını unutur, tanrı gibi görünmek isterler... Demek ki insanlar, hayvanların cehaletine, deliliğine ellerinden geldiği kadar yaklaşmak, hal ve yapılarının üzerinde hiçbir şeye girişmemekledir ki, kendilerine eziyet eden, üzerlerine yüklenen sayısız sefaletlerin hissedilir şekilde azaldığını göreceklerdir.”
Yöneticilere, onların çevresindeki yaltakçılara ve bilge geçinenlere şöyle seslenir:
“… Zaten en büyük krallar, delilerle yaşamaktan o kadar haz duyarlar ki, krallar arasında, deliler olmadan ne yiyebilen, ne gezebilen, ne de bir an yaşayabilen birkaç tane vardır. Onlara, gösteriş için yanlarında bulundurdukları, tatsız ve asık suratlı filozoflardan çok daha fazla değer verirler. Bu tercih, bence ne şaşılası ne de anlaşılması güçtür. Bu bilgeler prenslere söyleyebilecek yalnız gamlı ve nahoş şeyler bulurlar. Bilgileri ile övündüklerinden, bazen onların nazik kulaklarını sert ve dokunaklı gerçeklerle tahriş etmek cüretinde bile bulunurlar. Deliler, tersine, bin bir çeşit haz bulur buluşturur; her an onları eğlendirir, avutur ve kahkahalarla güldürürler… Delinin ruhunda ne varsa yüzünde yazılıdır, ağzı bunu gizlemeden söyler; oysa bilgenin iki dili vardır, biri gerçeği söylemek, öteki gerekirse gizlemek için. Bilge, beyazı siyaha, siyahı beyaza çevirmek hünerine sahiptir; ağzı, hem soğuğu hem sıcağı üfler, sözleri de genellikle düşüncelerinden pek uzaktır. Çevrelerini saran bütün bu debdebeye rağmen, prensler, kendilerine gerçeği söyleyecek kimseleri bulunmadığından ve gerçekleri gizleyen yaltakçıları dost edinmeye mecbur olduklarından, bana pek bahtsız görünüyorlar. “Fakat” denecek, “prensler gerçekleri duymayı sevmezler, bunun için kendilerine hoş şeylerden ziyade doğru şeyleri söylemeye cüret edecek birtakım bilgelere rastlamak korkusuyla, bilgelerin meclisinden kaçınırlar”. Bunda sizinle beraberim, krallar gerçeği sevmezler. Fakat bu, delilerimin ağzından yalnız gerçekleri değil, en açık hakaretleri zevkle dinlediklerine, bir filozofu asmaya yeten bir sözün, delinin ağzında onları eğlendirdiğine şaşmak için ayrıca bir sebeptir. Gerçeğin, aşağılanmazsa, hoşa giden safdil bir yanı vardır; tanrılar, aşağılamaksızın onu söylemek kabiliyetini delilere vermişlerdir.”
Dini kendi çıkarlarına alet edenleri hicveder:
“… işte, kesinlikle tamamen bizden kimseler: Mucizelere ve olağanüstü şeylere ait şu gülünç masalları dinleyen ve anlatanlardan söz etmek istiyorum. Gerçek hayatlara, ruhlara, cadılara, cehennem ve bu tür başka olağanüstü şeylerin hepsine ait ve bütün şu inanılmaz hikâyeleri, ne büyük zevk ve ne kadar istekle dinlerler! Hikâyeci akla yakın olmaktan ne kadar uzaklaşırsa, dinleyicilerini o derece etkileyeceğinden ve onların aç kulaklarını hoş bir tarzda gıdıklayacağından emindir. Bununla beraber, bütün bu şeylerin ancak söyleyen ve dinleyenlerin can sıkıntılarını gidermekten ibaret olacağı sanılmamalı; bunların daha sağlam bir faydaları vardır: Rahiplerin ve keşişlerin tencerelerinin kaynamasına yararlar. Bu delilerle, azizlerin koruyuculuğuna çılgınca güvenerek en tatlı ümitlerle oyalananlar arasında büyük bir fark yoktur.”
“… Papa’nın verdiği bağışlanma belgelerine rahatça bel bağlayanlara ne diyelim? Bunlar, bu belgelerin etkisinden o kadar ümitlidirler ki arafta geçirecekleri zamanı adeta kum saati ile sayar, bu sürenin asırlarını, yıllarını, aylarını, günlerini ve saatlerini matematik cetvelleri düzenleyecek derecede doğru hesap ederler. Herhangi bir hilekâr sofunun kendi zevki ya da çıkarı için icat ettiği bazı muskalara, bazı büyülü dualara güvenle dolu olarak zenginlikler, şan ve şeref, zevkler, güzel yemekler, bozulmaz bir sağlık, uzun ömür, dinç bir ihtiyarlık ve nihayet gökte İsa’nın yanında bir yer bekleyen şu ötekilere ne dersiniz? ... Bir tüccar, bir asker yahut bir hâkim yaptığı çapulculukların kendisine sağladığı para yığınından ufak bir sikke ayırıp şu dindarca saçmalara kullansın; bundan fazlasına gerek yok: hemen hayatının bütün pisliklerinden ruhunun temizlendiğine inanır. Yalan yere yeminleri, hayâsızlıkları, kavgaları, sefaletleri, cinayetleri, ihanetleri, hilekârlıkları, her şeyi, her şeyi o küçük para sikkesi temizlemiş, o kadar iyi temizlemiştir ki, adam bunlara yeniden başlamaktan başka bir işi olmadığını sanır… Durmadan kazanç sevgisi ile bu aşağılık sevgi ile, meşgul olan bunlar, sevgilerini tatmin için en alçak araçları kullanırlar; yalan, yalan yere yemin, hırsızlık, hile aldatmalar bütün ömürlerini doldurur, buna rağmen altınlarının, kendilerini insanların birincileri diye kabul ettireceğine inanırlar; bu kadar fena tarzda kazanılmış bir servetten ufak bir parça koparmak için onlara herkesin önünde en şerefli unvanları veren keşişler de bulunur. ”
Yazarlar hakkında bakın neler söyler delilik:
“ Kitaplar yazarak ölmezlik peşinde koşanlar, hatiplerle aşağı yukarı aynı kumaştan yapılmışlardır. Hepsinin bana büyük bir minnet borcu vardır. Ama ben özellikle yalnız havailikler, saçmalar yazanlara ilham veririm. Zira makul eserlerle, az sayıda akıllı kimsenin alkışlarını çekmek isteyen yazarlara gelince, bunların talihleri bence gıptadan daha çok merhamete layıktır. Zihinleri hep işkencededir; metinlere ekler yaparlar, değiştirirler, silerler, sildiklerini tekrar yazarlar, tekrar tekrar gözden geçirirler, düzeltirler, akıl sorarlar; yaptıklarından hiç memnun olmazlar; bir eseri meydana çıkarmak için dokuz on yıl çabalarlar. Bu kadar uykusuzluk, zahmet, çalışmadan sonra, uykunun zevkini tatmadan geçirilmiş bu kadar geceden sonra elde ettikleri ödül nedir? Pek az sayıda okurun alkışı, yani dünyanın en boş, en havai şeyi. Hem bununla da bitmez: sağlığın, şişmanlığın, istirahatın elden gitmesi, bu gayretlerin kötü sonuçlarıdır… İşte bilge bir yazarın, kendi gibi üç dört sefil tarafından övülmek zevkini tatmak için, üzerine çekmekten korkmadığı dertler sürer. Benim koruyuculuğum altında yazan yazar ise, tersine ne kadar mutludur; ne zahmet, ne çalışma bilir, aklından geçeni yazar, heyecanlanmış düş gücünün bütün hayallerini kitap şeklinde bastırır; metinden hiç silmez, hiç düzeltmez; bilir ki yayımladığı saçmaların çılgınlıkları oranında hayranları olacak, yani delilerle cahillerin sayısız sürüsünü büyüleyecektir. Birkaç âlim ve ince kimse, eserleri okur da hor görürse, onun umurunda mı? ... Kendi adları altında başkalarının eserlerini çıkaranlar, daha da tedbirlidirler; asıl sahiplerine çok zahmet ve çalışmaya mal olan bir şana zahmetsizce el koyarlar. Pekâlâ, bilirler ki hırsızlıkları er geç keşfedilecek; fakat şimdilik hayranlığı üzerlerine çekmiş olma zevkini tadarlar.”
Hukukçular, filozoflar, teologlar, askerler, eğitmenler, hatipler, rahipler, keşişler, krallar, prensler ve herkes hakkında bir şeyler söyler delilik “…Bütün söylediklerim, ancak, hiçbir ölümlünün sırlarımı öğrenmeden, değerli yardımlarımdan yararlanmadan yeryüzünde hoşça yaşayamayacağını göstermek içindi.” diyerek…
devam eder:
“ Bilgelik, insanları mahcup kılar. Onun içindir ki bilgeleri durmadan fakirlikle, açlıkla, acılarla savaşır, tanınmamış olarak herkesin aşağılama ve nefreti içinde yaşar görürüz. Deliler, bunun aksine bolluk içinde yüzerler, devletleri idare ederler, özetle en mutlu, en verimli talihe kavuşurlar.”
Ve sözlerini şöyle tamamlar:
“ Görüyorum ki bir son söz bekliyorsunuz; eğer burada size söylediğim bütün gevezelikleri hatırladığımı sanırsanız, gerçekten pek yanılırsınız. Grekler eskiden: Belleği fazla iyi olan davetliden nefret ederim, derlerdi; ben de size şimdi: Her şeyi hatırlayan bir dinleyiciden nefret ederim, diyorum. Elveda, Delilik’in yüksek ve aziz dostları; beni alkışlayınız; size sağlık ve güzel günler dilerim.”
Deliliği konuşturma ve deliliğin kendisini övme maskesi altında bağnazlığın her türlüsüne eleştiri yönelten kitap bu özelliği ile çağlar boyunca bağnazlığa karşı kaleme alınmış en yetkin düzeydeki başyapıtlardan biri olmuş ve bu özelliği ile kalıcılığını bugüne kadar korumuştur.
Türkçesi Nusret Hızır tarafından hazırlanan kitabın önsözünü Ahmet Cemal yazmış. Erasmus’un Thomas Morus’a yazdığı mektupla başlayan ve 212 sayfadan oluşan kitabı okurken büyük keyif alacak, satır aralarında günümüzü görecek ve eleştirilerin hedefinde olanların hala aramızda olduğunu, onca geçen zamana rağmen pek çok şeyin değişmediğini fark edeceksiniz.