Süleyman Velioğlu
Genellikle sade
insanlar, sanatçıyı, ya kendilerinden ayrı, gizemli yarı tanrısal bir varlık
sayarlar ya da toplumsal kuralların dışında yaşayan, garip, acaip, yarı deli
bir kişi sanırlar.
Sanatçının yarı
tanrısal bir varlık sayılması, yaratıcının hekim, hakim ve sihirbaz olduğu
Şamanizm dönemlerinin bir kalıntısı olarak yorumlanabilir. Ve de, esin’in
tanrısal Bir şey olduğu inancının geçerli olduğu, yaratmanın esin’e bağlı bir
çaba olarak düşünüldüğü romantik çağdan süregelen görüşlere bağlanabilir.
Sanatçının yarı
deli sanilması ise, onun dünya görüşündeki özgünlüklerden ve yaratma süreci ile
ilgili psikodinamik nedenlerden doğar.
Bazı sanatçılar,
geçerli olan toplumsal ve kültürel değerleri geliştirmek, bazıları da,
değiştirmek çabası içindedirler. Bu sonuncular, geçerli olan değerlere aykırı
gelen atılımlarından ve davranışlarından ötürü garipsenir, yadırganırlar.
Psikodinamik
nedenlere gelince, diyebiliriz ki, sanatçıyı olumsuz olarak değerlendirmede
sade insanlara hak verdirecek gibi gözüken etkenler yaratma süreci içinde yer
alan «yaratıcı ego gerilemesi» ile ilintilidir.
Yaratıcı,
yaratma sırasında fantezilerden esinlenebilmek amacıyla «primer süreç»lerden
çokça yararlanır. İkinci bölümde de açıkladığımız gibi, «primer süreç» id’in
tipik fonksiyon tarzıdır. «Primer süreç»ler, içtepilere, içgüdülere, ya da
isteklere bağlıdırlar ve haz ilkesine göre yöneltilirler. Bunlar, gerçeklik
ilkesine bağlı değildirler, bu nedenle de, yer ve zaman kategorilerine bağlı
olmayan, mantık dışı, düş ve fantezilerde görülen, kendi içinde çelişkili
ürünleri mümkün kılar. «Primer süreç»in belli başlı niteliği olarak
«hallüsinasyonlu istek ve dileklerin doyumu» kabul edilir. Ego’nun tipik fonksiyon tarzı
olan «sekonder süreç»ler ise, gerçeklik ilkesine bağlı, mantıksal bir düşünce,
denetimli ve planlı bir davranışla karakterizedirler. Normal psişik durumlarda,
hayal kurma ve özellikle yaratma sırasında, güçlü aşağı kategori kaynaklarından
güç almak, fantezilerden yararlanmak ve özgünlük uğruna «primer süreç»leri
etkisi altına alan «sekonder süreç»ler bir süre için askıya alınabilirler. Bu
psişik durum bir «yaratıcı ego gerilemesi»dir. Bu durumdaki «primer süreç»lere
ait oluşumlar, belirli bir dereceye kadar, ego tarafından hoşgörü ile
yöneltilebilirler. Yaratma sürecinin bu ara süreci- içindeyken yaratıcı, «sakın
dairelerimi bozma!..» diyebilir, düşünce ve davranışları yönünden- sade
insanlarca yadırganabilir ve, onun psikopat, sosyopat, ya da psikotik olduğu sanılabilir.
Ne var ki, yaratıcı kişi, iyi integre edilmiş ego’suyla, hiç tehlikesizce bir
«yaratıcı ego gerilemesi» ile uğraşabilir. Çünkü onun, psikotiklerde götüldüğü
gibi gerilemeye yenik düşmüş, gerilemenin kurbanı ve «primer süreç»lerin malı
olmuş zayıf bir ego değil, gerçeklerden kopmamış bir ego’su, bir mantıksal
düşünce ve denetimli, planlı bir davranış biçimi vardır.
Yaratıcı kişi,
sanatçı, sade insanların sandığı gibi, ne tanrısal bir varlıktır ne de
psikotik. Onu sade insandan ayıran özellik, nitel değil, yalnız niceldir.
Fakat,
yaratıcılar, sanatçılar arasında da psikoza yakalanmış olanlar vardır; yalnız,
sayıları sanıldığından çok azdır. Konumuzla ilgisinden ötürü, plastik sanatlar
alanından verdiğimiz, psikotik, ya da psikotik olduğu tartışılabilen ünlü
sanatçı adlarından bazıları şunlardır: H. Bosch, B.Michelangelo, T. D. El
Greco, F. Goya, W. Blake, R. Dadd, E. Munch, C. F. Hill, J. Ensor, H. T.
Lautrec, V. Van Gogh...
Değil sade
insanlar, sanat tarihçileri bile, psikotik sanatçıları mitleştirme
eğilimindedirler. Psikoz gösteren sanatçıyı trajedi kahramanı gibi algılarlar.
Kişiliğinin bir boyutunda imrenilen, sanatta çığır açmış bir kişi olmak; bir
başka boyutunda acınan; hakkında, «... şu kulağını kesen garip adam …» denilen
bir kişi olmak. Bu garip sentez sade insanlara çekici gelir...
·
Akıl
Hastası ve Sanatçı – Süleyman Velioğlu, Yaşam Yayınları, 1978, Sayfa 71-74