Benden
Önce Bir Başkası Nurdan
Gürbilek’in 2011 yılında yayınlanan kitabı. Kitabın ilk sayfalarında, başlığın
altına, kitabın türünü tanımlamak için ‘denemeler’ ibaresi düşülmüş. Böylesine
geniş araştırılmış, psikanalizden Marksizm’e, dilden felsefeye kadar, çeşitli
alanlarda derin analizlerle kotarılmış, sözcük dağarcığıyla ve üslubundaki
samimiyetle insanı içine çeken, kurgusuyla merak duygusunu öğrenmenin zevkine
dönüştüren bu yazılara ‘deneme’ demek alçakgönüllülük müdür, içtenlik midir? Nurdan
Gürbilek söz konusu olduğunda, alçakgönüllü olmaktaki ‘mış gibi’liği atlayıp, bu
soruyu doğrudan “içtenlik” diye yanıtlamak gerekir sanırım. Akademik ya da
edebi bir iddiasızlıktan değil, “hiçbir yapıtın boşluğa doğmadığı; akan nehre
sonradan eklendiği” düşüncesinden kaynaklanan bir tutumdur bu.
Bu düşünceden yola çıkan
Gürbilek, kitabının, “bir yazarı başka bir yazarın ışığında okuyan
denemeler”den oluştuğunu ifade ediyor. Ama bu yöntemde söz konusu olan, bir ‘karşılaştırma’dan
ziyade, kitabın “kendinden önce ortaya atılmış bir problemle nasıl ilişki
kurduğunun, o problemin yerine nasıl kendi problemini geçirdiğinin” irdelenmesidir.
Kafka’nın Dostoyevski’yle ‘böcek’ üzerine konuştuğunu, Oğuz Atay’ın Kafka’yla
kavga ettiğini, Edward Said’in Cemil Meriç’le oryantalizmi tartıştığını, Tanpınar
ve Benjamin’in bir kentin sokaklarında söyleştiğini ‘hissediyor’ Gürbilek, ve
elimizden tutup bizi de o hissin izleri üzerinde gezdiriyor. Bir
yerel-evrensel, Doğu-Batı, biz-öteki karşılaştırması değildir bu söyleşilerde
ortaya çıkan, bir tür metinlerarasılıktır. Günümüzde bu terim bir yazarın
kendinden öncekilere şapka çıkarıp sonra da yoluna kaldığı yerden devam
etmesini anlatıyor olsa da, Gürbilek için daha psikanalitik bir sürece işaret
eder: Yazar, kendinden öncekilerle tıpkı ebeveynleri ile kavga eder gibi kavga
eder ve sonunda, sadece öncekilerle konuşarak değil, onlarla mücadele ederek
dokunmuş bir yapıt çıkarır ortaya. Bu haliyle, Benden
Önce Bir Başkası bir tür
karşılaştırmadır, evet, ama daha çok, yazarın bu dünyaya verdiği yanıtların
neden benzersiz olduğunu araştıran bir karşılaştırmadır; yazarın problemi nasıl
tarif ettiği, yanıtlarken nereye baktığı, kimden yola çıktığıdır
araştırdığımız. Asıl önemlisi, “başkasının sorusunun yerine kendi sorusunu
geçirebilmiş midir” yazar? Gürbilek, bir yapıtın gücünü “güçsüzlükle uğraşırken
bile problemini burnumuza dayayabilmesi, bizi kapıyı açmaya zorlayacak güçte
olması” ile tarif eder.
Gürbilek, bir yazarı başka bir
yazarın ışığında okumaktan söz ederken, yan yana okuduğu yazarların gerçekten
de ‘tek bir dünya’da yaşadıklarını, ve aynı şehirde yaşamış/yaşıyor olsalar, tıpkı
yazdıklarında yaptıkları gibi, birbirleriyle koyu bir sohbete dalabilecek
olduklarını düşünür.
Kitapta yer alan ilk deneme
olan ‘Kafka’nın Böceği’nden söz etmek, yukarda yazdıklarımızı da somutlamamıza
yardımcı olabilir. Bu denemede, Kafka’nın Dönüşüm’ündeki
‘böceğin’ aslında yıllar önce Dostoyevski’nin kahramanlarının kâbuslarında ortaya
çıktığını anlatıyor Gürbilek. Kendini daha zengin, daha soylu olanlarla, ‘yukarıdakiler’le
kıyaslayıp değersiz, önemsiz hissetmenin, aşağılanmanın mecazi ifadesidir ‘böcek
olmak’. Kendini böcek gibi hissetmek, aslında bir umut-incinmişlik-hınç
üçgenidir.
Kafka’nın Dönüşüm’ündeki
böcek ise “daha vurucu, daha tuhaf ve daha hunhar”dır. Dostoyevski’de böcek ‘gibi’
olan kahramanlar, Kafka’da gerçekten böceğe dönüşür. Gregor Samsa bir böcek
olarak sürdürür yaşamını, ve kuru bir böcek olarak çöpü boylar. Gürbilek’e göre
Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’da
kendini böcek gibi hisseden ve inanç sayesinde insan toplumuna geri
dönebileceğini düşünen kahramanı Raskolnikov’un tersine, Kafka’nın kahramanları
için bir umut yoktur, “[ç]ünkü Kafka’nın dünyasında yasanın bir dışı olmadığı
gibi, bu yasa ayakta kaldığı sürece bir yeniden doğuş vaadi, acı çekerek, sevgi
ya da inanç sayesinde insan toplumuna yeniden eklenebilme ihtimali de yoktur”; Kafka’nın
Dostoyevski’yi aştığı yer işte bu “yasanın dışının olmadığı” yerdir. Ama bu
aşma hali yalnızca bir zafer değil, bir yenilgidir aynı zamanda: “Bugün bizi
büyüleyen edebi yazgıya ulaşabilmek için, adına ‘güç’ dediğimiz şeyi bu kadar
iyi tarif edebilmek için, kendi hayatında yenilmesi gerekmiştir Kafka’nın. Kendi
yenilgisinde insanlığınkini görebilmek için yenilgiyi baştan seçtiği bile
söylenebilir.”(s. 52)
Nurdan Gürbilek, Benden Önce Bir Başkası[’ndaki
denemelerinde, tanrı, yasa, inanç, toplum, baba, mağduriyet, güç, dil,
çocukluk, yetişkinlik, yeraltı, sınıf, tarih, kent, ve daha pek çok kavramı
tartışıyor. Daha önce Mağdurun Dili’ni
okumuş olanlar, Benden Önce Bir Başkası’nda, yazarın
orada ortaya koyduğu pek çok önermeyi içselleştirme şansı bulacaklar. Gürbilek’i
ilk kez okuyanlar ise, onun diğer kitaplarını okumak isteyecekler. Çünkü
Gürbilek’in müthiş empati yeteneği, derin entelektüel bilgi ve psikanalizden felsefeye
uzanan, geniş bakış açısıyla birleşince, kitaplarını okumuyor, adeta
yaşıyorsunuz – geçmişte bugünde, Kafka’nın, Oğuz Atay’ın, Dostoyevski’nin,
Peyami Safa’nın, Benjamin’in, Tanpınar’ın yanında, sofrasında, oturma odasında,
sokakta, yeraltında... Bu yazının yazarı da, kitabı biraz böyle bir ruh haliyle
okudu, Gürbilek’le yaşayarak; onu aşma niyetiyle değil ama anlama niyetiyle
başlayıp, zaman zaman şaşırıp, bundan keyif alıp, hüzünlenip, içini acıtıp, ama
sonra umutlanıp, tüm bu süreçlerden zevk alırken kitabın hiç bitmemesini
isteyip, onu, dünyasını ve yazdıklarını severek...
Beyhan Sunal