1 Mayıs 1977
İşçi Bayramı Neden
ve Nasıl Kana Bulandı?
Yayına Hazırlayan:
Müge Gürsoy Sökmen, Eylem Can
Kapak Tasarımı:
Emine Bora
Kitabın Baskıları:
1. Basım: Nisan
2013
1 Mayıs 1977'de,
Taksim'de DİSK'in düzenlediği işçi bayramı kutlamaları saldırıya uğradı.
Kalabalığın üzerine ateş açıldı, kurşunlar yağdı, panzerler yürüdü, 34 kişi
öldü, yüzlerce kişi yaralandı... Hükümet, polis, medya sözbirliği etmişçesine
yaşananlardan solcuları sorumlu tutarken; sendikalar, DİSK ve sol örgütlerin
çoğunda giderek olayın soğukkanlı bir provokasyon olduğu görüşü hakimiyet kazandı.
Bu kanlı olay sol hareket üzerinde derin bir iz bıraktı; sol içi kimi
bölünmelerin derinleşmesine yol açtı. Aradan geçen yıllara rağmen alanda tam
olarak ne olduğu büyük ölçüde karanlıkta kaldı, gerçek failler hiçbir zaman
hesap vermedi.
1 Mayıs 1977'de,
diğer deyişle Kanlı 1 Mayıs'ta Taksim'de olan bitene ışık tutmaya çalışan,
ayrıca öncesi ve sonrasında Türkiye'de yaşananlara değinen belgesel
niteliğindeki bu kitap söyleşilerden oluşuyor.
Korhan Atay, o gün
orada, Taksim Meydanı'nda ya da meydana çıkan yollarda olan, olayların tanığı,
farklı siyasetlerden on üç kişiyle görüştü: Ahmet Sami Belek, Bingöl Erdumlu,
Dinçer Doğu, Doğan Ülgen, Feyyaz Kurşuncu, Gün Zileli, Kâmil Arslantürk, Leman
Fırtına, Mahir Sayın, Mehmet Karaca, Murat Belge, Murat Tokmak ve Osman Cavit
İyigün. Büyük çoğunluğu o sırada içinde yer aldıkları sendika, grup ve siyasi
hareketlerin etkili isimleriydi.
1 Mayıs 1977'nin,
öncesi ve sonrasındaki yılların, ilk defa farklı perspektiflere söz hakkı
tanıyarak çizilmiş çok boyutlu tablosuyla yüz yüze geleceksiniz bu kitapta.
Yalanlarla yazılmış bir yakın tarihi düzeltme çabasına katkıda bulunması
için...
Önsöz, s. 9-11
1 Mayıs 1977'de,
diğer deyişle Kanlı 1 Mayıs'ta o gün Taksim'de olanlara; ayrıca öncesi ve
sonrasında Türkiye'de yaşananlara değinen bu kitabın kendi kaleme aldığım
bölümlerinde, ben olayı "1 Mayıs 1977 katliamı" olarak anacağım. Bu
olaya ilişkin sürüp giden yoğun siyasi tartışma içinde "katliam"
nitelemesinin en tarafsız yaklaşım olacağı kanısındayım. Çünkü olaya hangi
siyasi, sosyal ya da duygusal görüşün penceresinden bakılırsa bakılsın, o gün
orada yaşananların insanlığa karşı işlenmiş bir katliam suçu olduğu konusunda
güçlü bir fikir birliği var.
En azından ben
öyle olduğunu umuyorum.
kKitapla ilgili
fiili çalışmanın başlangıcı 2009 yılı sonlarına kadar gidiyor. Düşünsel ve
moral hazırlıklarım, belgesel araştırmalarım, tek tek kişilerle konu hakkındaki
tartışmalarım ise çok daha eskilere dayanıyor.
Bu kitaba ilişkin
kaydettiğim ilk görüşmeyi –sonra yeniden görüşmekle birlikte– 18 Eylül 2009
Cuma günü Bingöl Erdumlu'yla yaptım. Erdumlu olay günü Tarlabaşı'nda
"Maocu" diye nitelenen grupların alana girmesini engellemekle görevli
DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) güvenlik ekibi içerisindeydi.
Çeşitli kişisel
nedenlerle uzayan kitap çalışması, 12 Eylül 2012 Çarşamba günü Doğan Ülgen'le
yaptığım son görüşmeyle tamamlandı. Ülgen de o gün Kurtuluş grubunun ardından
Dev-Lis (Devrimci Liseliler Birliği) grubuyla birlikte DİSK güvenlik ekibinin
onayıyla Tarlabaşı'ndan Taksim'e giriyordu ki, silahlar patlamaya başladı.
Yıllara yayılan bu
görüşmeler sürecinde, 1 Mayıs 1977 günü Maden-İş Topkapı Şube Başkanı ve
Saraçhane'den gelip Tarlabaşı yoluyla Taksim'e giren DİSK kortejinin güvenlik
sorumlusu olan Murat Tokmak'ı yazık ki 12 Ocak 2011'de kaybettik. Kitapta kendi
anlatımıyla yer alan metin, olasılıkla 1 Mayıs 1977'yle ilgili son görüşleri ve
son sözleri.
Böyle bir belgesel
kitabı hazırlamaya karar verip başlamamın temel nedeni, 1 Mayıs 1977
katliamının her grup ve görüşten en geniş anlamıyla sol içinde yeterince
tartışılmamış, daha da önemlisi yeterince özeleştirisinin yapılmamış olduğunu
düşünmemdir.
Haksızlık yapmamak
gerek. 1 Mayıs 1977 katliamıyla ilgili yıllara yayılan süreçte pek çok
eleştiri, kitap kaleme alındı. Başarılı gazetecilik girişimleriyle polis telsiz
kayıtları dahil önemli bilgilere ulaşıldı. Basılı ya da dijital ortamlarda
çeşitli grupların ya da artık var olmayan hareketlerin uzantısı olan siyasi
kişiler, karşıt gördükleri siyasetlere ilişkin pek çok eleştiri kaleme aldı.
Kişisel kanım,
bunca tartışma ve eleştirinin, olayın resmi, hukuki, polisiye yanlarını bir
yana bırakırsak özellikle "sol içi" yanına fazla girmediği yönünde.
Katliamın adalet ve insan haklarıyla ilgili yanı doğal ki çok önemli. Ancak
"sol içi" yanı da o ölçüde önem taşıyor.
Türkiye ve
dünyanın geleceğine ilişkin çözümlemelerde, sola hâlâ misyon yüklüyor ve şans
tanıyorsak eğer; solun, öncelikle 1 Mayıs 1977 katliamından çıkarılacak
derslere ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bu ciddi ihtiyacın karşılanabilmesinde
katkısı olacağını umduğum için bu belgesel kitap çalışmasına kalkıştım.
Açık yüreklilikle
düşünmeye çalıştığımda, böyle bir kitap hazırlamak istememde kişisel siyasi
geçmişimin, yani Taksim Meydanı' na kadar ulaşan o günlerin en kırıcı
tartışmasının; birbirlerine "Sosyal Faşist!" ve "Maocu
Bozkurt!" diye saldıran "Maocu" ve "Sovyetçi"
blokların "Maocu" tarafında yer almamın moral etkisinden de söz
edilebilir.
Bu belgesel kitabı
ortaya çıkarmak için görüştüğüm on üç kişinin tamamı o gün Taksim Meydanı'nda
ya da meydana yaklaşan yollardaydı. Leman Fırtına ve 1 Mayıs 1977'de henüz 19
yaşında olan Doğan Ülgen dışında kalanlar, o sırada içinde yer aldıkları
sendika, grup ve siyasi hareketlerin etkili isimleriydi.
Görüştüğüm
kişilere üç temel soru yönelttim:
1. 1 Mayıs 1977'ye
giden süreçte Türkiye ve sol nasıl bir dönemden geçiyordu? 15-16 Haziran 1970
işçi direnişi, 12 Mart 1971 darbesi, 1974 affı, DİSK başta olmak üzere sendikal
hareketteki değişimler, 1 Mayıs 1977 arifesinde nasıl bir Türkiye solu tablosu
ortaya çıkarıyordu?
2. O gün Taksim'de
kişisel olarak nelere tanık oldunuz ve ne yaptınız?
3. 1 Mayıs 1977
sonrasında Türkiye ve solun görünümü nasıldı? 12 Eylül 1980 darbesine giden
süreçte Türkiye ve sol neler yaşadı?
Bu üç soruyu Ahmet
Sami Belek, Bingöl Erdumlu, Dinçer Doğu, Doğan Ülgen, Feyyaz Kurşuncu, Gün
Zileli, Kâmil Arslantürk, Leman Fırtına, Mahir Sayın, Mehmet Karaca, Murat
Belge, Murat Tokmak ve Osman Cavit İyigün'e yönelttim, onlar yanıtladı.
Yanıtları blok
metinler olarak deşifre ederek sadece dil kuralları açısından elden geçirdim.
Bugün hayatta olan ya da olmayan üçüncü kişileri rencide edecek veya cevap
hakkı doğuracak ifadeleri metin dışında tutmaya çaba harcadım. Başkaca bir
düzeltme veya kısaltma uygulamadım.
Görüştüğüm on üç
kişi 1 Mayıs 1977 günü birbirlerinden farklı, hatta düşman kamplarda yer
alıyordu. Bugün, tanıklıkları ve otuz yılı aşkın bir zamanın süzgecinden geçen
fikirleriyle o kanlı güne ışık tutmaya çalışıyorlar. Sol hareketin 1960'ların
sonlarından 1980'lerin başlarına uzanan bir zaman diliminde yaşadığı
değişimleri, nedenleriyle birlikte açıklamaya çalışan anlatımlar, 1 Mayıs
1977'nin tek bir günden ibaret olmadığını ortaya çıkarıyor.
Anlatımların
tümünü okuduğunuzda 1 Mayıs 1977'nin, öncesi ve sonrasındaki yılların, farklı
perspektiflerle çizilmiş çok boyutlu tablosuyla yüz yüze geleceksiniz.
Bu çok can acıtıcı
ve ezber bozucu tabloyla yüzleşmeye hazırsanız, buyurun bakın...
2 Ekim 2012
Giriş: 1 Mayıs
1977'de Türkiye'nin en görkemli işçi bayramı kana bulandı, s. 13-15
Uluslararası İşçi
Bayramı'nın Türkiye'de o güne değin görülmedik bir görkemle kutlanacağı 1 Mayıs
1977'ye yaklaşan günlerde, kendisini sol çizgide gören tüm sendika, parti, grup
ve örgütler hummalı bir hazırlık içindeydi. 1 Mayıs İşçi Bayramı, İstanbul
Taksim'e endekslenmiş gibiydi.
Ülkedeki sol
birikim tüm gücünü o gün Taksim'de meydana sürecek; bayram kutlamanın ötesinde,
devrim yolunda önemli bir adım atılacaktı sanki. En büyük pankartlar o gün için
hazırlandı. Grafiker ve ressamlar tüm maharetlerini pankartlar üzerine döktü.
Türkiye' nin dört bir yanından otobüsler 1 Mayıs sabahı İstanbul'da olacak
şekilde kiralandı. Yalnızca grup ve örgütler değil; kendisine komünist,
sosyalist, devrimci, solcu, sosyal demokrat diyen herkes 1 Mayıs günü Taksim'de
olmak için hazırlanıyordu.
Kutlamayı Devrimci
İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) organize ediyor; diğer sol parti ve
grupların meydana nasıl ve nereden gireceğine, hangi pankartların açılıp, hangi
sloganların atılacağına ilişkin pazarlık sürüyordu.
Bu süreçte DİSK,
"Maocu" grupların Taksim'e sokulmayacağını açıkladı. Maocu denilen
Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Halkın Birliği grupları da, "Ne pahasına
olursa olsun 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlayacaklarını" açıkladı. Aynı safta
yer alan Halkın Sesi/Aydınlık grubu ise "Provokasyona zemin
hazırlayacağı" gerekçesiyle kutlamaya grup olarak katılmamaya, her bireyin
kendi sendikal ya da meslek örgütü çatısı altında katılmasına karar verdi.
DİSK yönetiminde
önemli ağırlığa sahip TKP (Türkiye Komünist Partisi) ve Maocu denilen gruplar
arasındaki, birbirlerine "Maocu bozkurtlar!" ve "Sosyal
faşistler!" demeye kadar varan, "Sizi almayacağız-Biz gireriz"
çekişmesi, var olan kaygıları daha da artırdı.
Onca hazırlık
arasında önlenemeyen bir kaygı uç vermiş, gelişiyordu. Çoksatan günlük
gazeteler hoş karşılamadıkları 1 Mayıs İşçi Bayramı sırasında Taksim'de kanlı
olaylar meydana geleceğinden söz etmeye başlamıştı. Gazeteler meşreplerine
göre, kimi zaman "Maocu grupların alanı basıp kan dökeceğini", kimi zaman da
"Komünistlerin birbirlerini öldürüp, çevreyi yağmalayacağını" öne
sürüyordu. Kısacası, sendikalar, siyasi parti, grup ve örgütler, polis, MİT,
hükümet, basın, herkes kötü bir şeylerin yaşanabileceğinin, kötü olayların
hatta bir provokasyonun meydana gelebileceğinin farkındaydı.
Başka
kaygılananlar da vardı tabii. Türkiye'deki solun, 1 Mayıs' la daha da ivme
kazanacağı varsayılan göreceli yükselişi, SSCB ile yürüttüğü Soğuk Savaş'ta
müttefik kaybetmek istemeyen ABD'yi de enikonu kaygılandırıyordu.
30 Nisan gecesi
sol gruplar ve partiler doldurdukları otobüslerle Türkiye'nin dört bir yanından
İstanbul'a doğru akmaya başladı. Devrimci marş ve türkülerin avaz avaz
söylendiği, bazılarının ilk kez İstanbul göreceği devrimci ya da sempatizan
genç kız ve genç erkeklerin katıldığı neşe ve umut dolu yolculuklardı onlar.
1 Mayıs 1977
sabahı, farklı anlatılardaki rakamlara göre 300 ila 500 bin kişi bir festivale,
bayrama, düğüne gider gibi İstanbul'un çeşitli merkezlerinde toplanmıştı.
Ailecek, çoluk-çocuk, büyükanne ve dedeleriyle gelenler de vardı.
Saat 13:00'te
Taksim alanına doğru Beşiktaş ve Saraçhane'den yola çıkan kortejlerin en önünde
DİSK'e bağlı işçiler vardı. Arkalarından diğer parti ve gruplar kendi slogan ve
pankartlarıyla geliyordu. Saraçhane'den yola çıkan devasa kortejin en arkasında
ise, DİSK'in alana sokmayacağını söylediği "Maocu" gruplar vardı.
DİSK'in her iki
kortejini, işçilerle diğer gruplar arasına giren ve yol boyunca istenmeyen katılımları
önlemeye kararlı tam yirmi bin DİSK güvenlik görevlisi koruyordu.
Kutlama ve miting
beklendiği gibi son derece coşkulu ve görkemliydi. Miting devam ederken
kortejler hâlâ alana ulaşmaya ve kutlamaya katılmaya çalışıyordu.
Saat 18:00'e
doğru, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler'in konuşmasını bitirmesinin hemen
ardından ilk kurşun sesleri duyuldu. Bu ilk sesleri çok daha fazla sayıda silah
patlaması izledi.
Pek çok tanığın
iddia ettiğine göre, meydana bakan Sular İdaresi'nin üstünden ve bugün The
Marmara Taksim olarak adlandırılan dönemin Intercontinental Oteli'nin
pencerelerinden alana kurşun sıkıldı. Ardından polis panzerleri siren çalıp su
sıkarak meydana, insanların üstüne sürüldü.
Art arda büyük
patlamalar oluyor, panik kontrol edilemez hale geliyordu.
Yüz binlerce
kişinin doldurduğu meydan fırtınalı bir deniz gibi dalgalanmaya, insanlar can
havliyle devasa gruplar halinde kaçışmaya başladı. Büyük insan kitleleri
Taksim'e açılan cadde ve sokaklara daracık kayalık bir boğazdan geçmeye çalışan
deli ırmaklar gibi akıyordu.
Meydan
boşaldığında geride yalnızca kurşunla vurulanlar, ezilenler ve kaçarken
yitirilen on binlerce ayakkabı kaldı.
Olayla ilgili
iddianameye göre o gün Taksim'de 34 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı. 34
kişinin beşi, biri polis olmak üzere kurşunla vurularak; 29'u izdiham sırasında
nefes alamadığı için boğularak ya da ezilerek ölmüştü. Yaralıların 34'ü baş ve
göğüslerinden kurşunla vurulmuş ancak hiçbiri yaşamını yitirmemişti.
Kurşunla vurularak
ölenlerden üçü DİSK güvenlik ekibi içinde yer alan UZEL fabrikası işçileriydi.
Üçü de Taksim Meydanı'nın Tarlabaşı girişinde vurulup öldü...
Tıpkı Gabriel
García Márquez'in ünlü Kırmızı Pazartesi romanındaki gibi 1 Mayıs 1977'de de
herkesin bildiği, korktuğu hatta neredeyse beklediği felaket; göstere göstere,
bağıra bağıra geldi, yapacağını yaptı.
Ancak romanla
gerçek yaşam arasında çok önemli bir fark var: 1 Mayıs 1977 katliamının
sorumluları asla bulunamadı, bulunmak istenmedi...
Sonraki yıllarda
cinayetler çığ gibi büyüdü. Yalnızca sol ve sağ arasında değil sol içinde de
silahlı çatışmalar ve cinayetler hızla yayıldı. Pek çok "solcu"
bizzat "solcular" tarafından katledildi.
Üç yıl sonra gelen
12 Eylül 1980 darbesinin ardından, sorumluları arayıp bulacak ve adaleti yerine
getirmeye kalkışacak kimse zaten kalmadı.