MEHTAP GÜR /
mehtapgur@yahoo. com
“Okurlarıma
romanımı, nasıl anlamaları gerektiğini
ne anlatabilirim ne de böyle bir şeye kalkışmak isterim. Yeter ki bu kitabı okuyan herkes, içinde kendinden bir şeyler bulsun ve bundan
yararlansın. Gene de, Bozkırkurdu’nun öyküsünün insanı kemiren bir
hastalıktan ve bunalımdan söz ettiğini ama tüm bunların ölüme ve yok olmaya
değil, tersine iyileşmeye yönelik
olduğunu anlarsa kendimi mutlu hissedeceğim. “ Hermann Hesse
Sıra dışı bir
yaşamın öyküsü olan “Bozkırkurdu”,
Hermann Hesse’nin en çok otobiyografik özellik taşıyan romanı olmasıyla
ayrıcalıklı bir eseri. Romanın kahramanı
Harri Haller yani Bozkırkurdu önemli,
nadir, sıradan olmayan ve
olağanüstü bir adam.
Düşüncesiyle
ilgili her şeyde hırstan, göze çarpmaktan, başkalarına düşüncelerini “zorla” kabul ettirmekten ve her
zaman “doğruyu bildiğini” varsaymaktan sakınan gerçek bir aydına özgü
niteliklere, durgun bir nesnelliğe, düşünce ve bilgideki kesinliğe sahip sürü
dışı bir karakter. Kendine özgü doğallığı ile çizdiği öz benliğiyle özgür ruhu
yakalamış aydın ötesi bir karakter.
Yalnız yaşamın
simgesi
Sıra dışı bir
ada yaşamını öykü eden
yazar, kitabın içerdiği yalnız yaşamın ifadesini en isabetli bir şekilde
vurgulayan Bozkırkurdu adını toplumun sığ değer yargılarına ve kişiliksiz,
yüzeysel yaşamına uyum sağlayamayan insanı tanımlarken “yalnız kurt”
simgesinden yararlanabilmek için vermiştir.
Bozkırkurdu’nu
doğadaki diğer benzer türlerinden ayıran en önemli ayırıcı özelliği sürüler
halinde değil de yalnız başına bir doğal yaşamı tercih ediyor olmasıdır.
Bozkırkurdu doğanın tüm olumsuz koşullarına karşı durmanın, dayanmanın
içerisindeki dayanıksızlığını, taşıdığı naif ruhun incinmişliğini de simgeler
bir bakıma. Bozkırkurdu olmanın aslında hiç de kolay bir yaşam biçimi
olmadığını da ifade eder. Roman aynı zamanda yalnızlığı, toplumun tüm negatif
değer yargılarına karşı sessiz bir haykırış, bir sivriliş, bir protesto olarak
da imgeler. Yaşam içerisindeki yaşanmamışlıkların, kalabalıklar içerisinde
yalnız kalmanın boğuntusunun ve ada yaşamının düş kırıklıklarıyla örgülediği
hayat ve ölüm arasındaki gidip gelmelerin, dünya ve ötesi arasındaki ruh
sıkışmasının yorduğu bedeninin hastalıklarla boğuşarak ayakta durma çabasının
yüklemindeki tepe şahsiyettir Bozkırkurdu.
Amacı için
yaşayan huzurludur
Herman Hesse,
Bozkırkurdu’nun yaşamını hikaye ederken karakteristik dağınıklığı içerisindeki
kendine özgü düzenini nasıl tesis ettiğini, toplum dışı soyutluğunun biçimi
içerisindeki gizli kabulünü, ıssızlığına rağmen toplum nazarındaki saygın
yerini de çok dengeli ve usta bir sanatsallıkla dile getiriyor bu öyküsünde.
Bozkırkurdu’nun
tüm dağınık yaşamına rağmen düzenli hayatın çekiciliğine bilinç-altı özlem
duyduğu gerçeği ise kaldığı evlerin seçiminde kendisini ortaya koyar. Cilalı
parkeler, evin temizliği ve düzeni, pencere kenarındaki süs bitkilerinin ruhuna
sağladığı ferahlığı anlatırken, ideallerle subjektifleştirilen yalnız
hayatların gene de düzenli hayata dayandırılması gerektiğinin vurgusu yapılır.
Amaç uğruna yaşayan insanın iç huzurunu ve ideal yaşamının sürekli kılınmasını
sağlayan, yok sayılamayacak bir gerekliliktir bu aynı zamanda.
Hesse yüksek ülkülerle günlük dünya arasında
sıkışıp kalmanın hikayesini, bir aşamadan sonra kendini tanıma çabalarını, öze
inmenin gerekliliğini ve zorluğunu bu zorluğun getirdiği açmazı bilmesine
karşın kendini bundan alamamıştır.
Huzur bilmeyen
bir insan
Bozkırkurdu
huzur bilmeyen bir insan. Hayatı güçlü ve olağanüstü bir güzellikte duyumsar.
Anlık mutlulukların insanıdır. Mutlulukların köpüklü dalgaları engin acılar
denizinin üzerinde o denli yüce ve şaşırtıcı bir hızla yayılır ki, saçtıkları
ışık başkalarını da duygulandırır ve büyüler. Acılar ummanından sıçrayan bu
mutluluk dalgalarının köpükleri sanat yapıtlarını yaratır, bir insan bir iki
saatliğine yazgısının üzerine yükselebilir, mutluluğu bir yıldız gibi parlar;
görenler kendi mutluluk düşlerini onda görüp sonsuzluğu anlarlar.
Tüm bilginin,
tüm zekanın, her adımın ve ileri diye ifade edilen değer yargılarının duygusal
felsefesinin avuntusunda yeniden anlamlandırılarak düşsel bir biçimsellikle
kendini bulduğu bu eseri okuyanlar düşünceyi tıkayan tüm negatif unsurların bu
eserde nasıl da ustaca tuz-buz edildiğini hayretle göreceklerdir.
Bozkırkurdu:
Hesse’nin otobiyografik eseri
Bozkırkurdu,
yazarı Hermann Hesse’nin en çok otobiyografik özellikleri taşıyan romanları
arasındadır. Ama kişisel ayrıntılar yalnızca bir aydının umarsızlığını dile
getirmek için değil, bunun ötesinde, düşünebilen bir insanın, duygu ve düşünce
dünyasının ürettiği soylu duyguların ve düşüncelerinin yanısıra ilkel
dürtülerin insanı da olduğunu da kavramasını, yüksek ülkelerle günlük dünya
arasında kalışını, kendini tanıma çabalarını, özeleştirinin zorluğunu ve
bunların getirdiği açmazı bilmesine karşın hiçbirinden kopamayışını anlatmak
için kullanılmıştır. Belirli bir aşamaya geldiklerinde Harry Haller gibiler
için bu dünyayla uzlaşmanın tek yolu mizahtır. Thomas Mann’ın dediği gibi,
Bozkırkurdu, Ulysses’ten pek farklı olmayan deneyimsel bir yolculuk, bir yürekliliktir
ve bu nedenle yirminci yüzyılın en önemli edebi belgeleri arasında yer alır
Romantizmin Son Şövalyesi
Kitaplarının
neredeyse tamamı dilimize çevrilen Hermann Hesse, 20. yüzyılın en çok okunan
Alman yazarı olarak kabul
ediliyor.
“Ben kendimi
hiçbir zaman içinde yaşadığım toplumun sorunları dışında tutmadım, beni
eleştiren kimi politik görüşlü kişilerin iddia ettiği gibi fildişi kulede de
yaşamadım. Beni en çok ilgilendiren şey, her
zaman birey ve onun kişiliği olmuştur, devlet, toplum ya da kilise değil”
sözleriyle
özetlediği dünya görüşünü Nazizm döneminde bir nebze olsun değiştirmiş ve
devlet, toplum onu artık ilgilendirir olmuştu.
kitabını Nazi Rejimi onaylamayınca yılmamış, ilk baskısı İsviçre’de
yaptırmıştır.
1960’lı
yıllardan başlayarak, düzenlerin radikal değişimini isteyen fakat devrimci
program ve liderlerin peşinden gitmemeye direnen genç nesiller Hermann Hesse’nin
eserlerine sarılır. Özellikle 1962’de yazarın ölümünün ardından Amerika’da
başlayan öğrenci hareketlerinde, Vietnam savaşı karşıtlarının kapış
kapış okuduğu bir yazar olur.
Hugo Ball’ın “Romantizmin
ihtişamlı ordusunun son şövalyesi” dediği Hermann Hesse’nin eserlerinin ortak
bir yanı vardır: Tümü de günümüz yaşam sorunlarını çözümlemede bireye gerekli
olan yepyeni, A. Ömer Türkeş’in bir yorumuyla sonlandıralım.
İki dünya savaşı
görmüş, savaşın yıkımını yaşamış biriydi Hemann Hesse. Bu nedenle Nazizmin
gelişmesini engelleyecek bir güç olarak gördüğü aydınların umursamazlığına
öfkeliydi. föyton çağı”tasviri de 1930’ların kültürel iklimini canlandırıyordu
aslında;
“Burada
yadırgatıcı olan şey, bunları her tanrının günü yiyip yutarcasına okuyan
insanların varlığından çok, isim ve paye sahibi, iyi eğitim görmüş yazarların
kof ilginçliklerin pek geniş kapsamlı tüketimine, ‘tüketelim’ parolasıyla ön
ayak olmasıdır. Ne var ki bu insanlar hiç de kendi halinde çocuklar ya da bir
masal dünyasında yaşayan Phaiakia’lılar değillerdi, daha çok politik, ekonomik
ve ahlaksal çalkantı ve sarsıntılar ortasında, korkuyla yaşamını sürdüren
kimselerdi, bir sürü savaşa girip çıkmış, pek çok iç savaşa katılmışlardı;
kültür sahibi olmaya yönelik oyunları yalnızca sevimli, anlamsız çocukluklar
değildi, söz konusu oyunlar, gözlerini kapayıp çözüme kavuşturulamamış
sorunlardan ve kıyametin kopacağına ilişkin korkulu önsezilerden kaçıp
olabildiğince masum bir hayaller dünyasına sığınmak gibi güçlü bir gereksinimi
karşılıyordu”.
Ahmet Arpad
Cumhuriyet Kitap Eki
27 Haziran 2002