“Kimliğimdeki doğum yılım 1983; 12 Eylül askerî darbesi ailem ve memleketimdeki derin izlerini, 80′ doğumlu bütün gençlerde olduğu gibi, bugün bile üzerimde barındırır. Ankara’da geçen bütün okul hayatımı, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ndeki Antropoloji eğitimi ile bitirdim. Hayatımı etkileyen dönemlerden biri, 2002-2007 arasında Evrensel gazetesinde gazeteci olarak çalışmamdır. Bir diğer dönüm noktası ise Ankara’yı, okulu ve gazeteciliği birden anlamsız bulup bıraktıran bir başka olaydı: Uğur Kaymaz’ın öldürülmesi. Onun haberini yapmak artık bana yetmiyordu ve böylelikle 2008′de Diyarbakır’a aldığım otobüs biletinin temeli hazırlanmıştı. 3 yıla yakın bir süredir Diyarbakır’dayım. Hopalı-Laz bir genç kadın olarak Diyarbakır’da çocuklarla çalışıyorum. Halen, yoksullukla ilgili çalışmalar yürüten Sarmaşık Derneği’nde yöneticilik yapıyorum. Bütün bunların yanı sıra; benim en öz geçmiş ve geleceğimi; insanlara dair anlattığı hikâyeleri ve insanseverliği ile babam ve bütün yaşamımı beraber geçirdiğim, yanımda büyüyen “çocuk” kardeşim şekillendirmektedir…
“Ben bir taşım!” demişti bir baba. “Ben çocuklarımın elini toprağa değdirmiyordum, kıyamadığım için. Bir gün oldu, ikisini birden yitirdim. Ben buna katlanabiliyorsam; demek ki ben bir taşım!”…
Anneleri-babaları, siyasetçiler anlattı bugüne kadar bu savaşı. Bu kitapta bu sefer faili meçhul cinayetlerde öldürülenlerin, binlerle ifade edilen köy boşaltmalarına uğrayan ailelerin, binlercesi cezaevinde olan Kürtlerin, dağda yaşamını yitiren gerillaların çocukları, kardeşleri yani bu savaşın üçüncü kuşağı sözü aldı. Onlar anlattıkça, Kürt sorununun hesapladığımız sayılardan katbekat fazlası olduğu ve hesap edilemeyen bir gerçeklik olan bu savaşın sonuçlarının, gün gibi ortada olduğunu gösterdiler. Kürtlerden sadece dilleri, kültürleri, kimliklerinin esirgenmediğini, çocukluklarının yani bugünün çocuklarının da esirgendiğini anlattılar. Yaşadıklarını, sırasıyla anlattıklarında, çocuklar da inanamadı hayatlarına: “Hepsini ben mi yaşamışım?” diyerek. Ve evet, ne yazık ki hepsini onlar yaşamışlardı…”
Müge Tuzcuoğlu
(Tanıtım Bülteninden)
“Koparıp Alınmasın Çocuklar Annesinden” – Mustafa Sütlaş
(15.08.2011 tarihli http://www.bianet.org)
Ozan Şiar, yazdığı “Ben Bir Taşım” adlı kitabını kutlamak ve desteğini belirtmek için, “tüm renklerin buket oluşturduğu “Kardeşlik Bahçesinde” savaşsız, sömürüsüz ve barış yellerinin estiği bir dünya ve özgürce yaşamda buluşmak adına” diyerek kitabın yazarı Müge Tuzcuoğlu’nu kutlamak için, Şahturna ile birlikte yazıp bestelenen “Çocuklar Çiçektir” adlı şiirini yollamış.
“Öteler ötesinden / Figan çığlık sesinden / Koparıp alınmasın / Çocuklar Annesinden!” diyor, Ozan Şiar bu armağan şiirin ilk dörtlüğünde.
Bu ülkenin gerçeklerinden bir tanesi de “attıkları taşlar için taş duvarlar arasında kalmaya mahkûm edilen ve dizelerde belirtildiği üzere “annelerinden koparılıp alınan çocuklar.”
Sayıları “çok”! Çektikleri Çok! İçerde ve dışarıda yaşadıkları çok!
Müge Tuzcuoğlu henüz bu kitap basılmadan önce, bu toplumsal soruna ayrıntılı bir şekilde ele aldığı “Diyarbakır’da Toplumsal Travmayla Başa Çıkmak” başlıklı yazısında dikkât çeken bir alıntı yapıyordu:
“Öyle bir savaş ki herkesi etkiledi. Bedel ödemeyen hiçbir insan yok. Kürt toplumu hiçbiri normal değil, anormaldir. Ne kitap yetiyor, ne dil yetiyor, roman yetiyor bunları anlatmaya. Kendi aileni bile koruyamıyorsun.”
Bir de soru soruyordu; “Kürt sorunu çözülmeden, yaşananları tedavi etmek, sorunlarını çözmek ne kadar mümkün?”
Sorunları çözemesek de onları görünür hale getirebiliriz.
Bunun için de o soruna dair “doğru” soruları sormak gerekir öncelikle.
Çünkü verilecek yanıtların sorunların çözümünün ötesinde de bazı işlevleri var: İnsanlar karşılaştıkları sorunlara dair sorulan sorulara yanıt verirken, düşünürler; düşünürken “akılcı” davranırlar, akılcı bakmak ise soruna uzaktan ve nesnel bakmayı gerektirir. Bu da bir “değişim” yaratır. Ama daha da önemlisi bu sorular ve yanıtlar etkilenen insanları iyileştirir, sağaltır.
Sergide karşılaşılan kitap
“Ben Bir Taşım” kitabını oluşumuna bir yazıyla katkıda bulunduğum Diyarbakır’daki Sarmaşık Derneği’nin düzenlediği “Mazxana” sergisi sırasında kurulan stanttan almıştım.
Sergideki görevli arkadaş ben kitabı incelerken, yazarının Sarmaşık Derneği’ndeki son üç yıldaki çalışmalarından hareketle kaleme aldığı söyleşilerden oluştuğunu söylemişti. Bir tür tanıklığı aktardığı için ilgimi çekmişti.
Kitabın içinde on üç tanıklık var. Kendilerini sadece attıkları taşlarla “var” etmeye zorlanan on üç çocuğun, on üç çocuk yaşamının on üç öyküsü…
Kitabı okuduktan sonra kitapla ilgili bir yazı yazmak aklımdan geçmiş, ama gündelik yoğunluk içinde bir türlü elim değmemişti.
Çocuklar İçin Adalet Takipçileri Grubundan az önce bana da ulaşan mesajında Müge Tuzcuoğlu şöyle diyordu:
“Kendi yazdıklarımı göndermeyi sevmem ama bu kitabın yazarları çok başka diye düşünüyorum… Diyarbakır’da savaşın üçüncü kuşağı çocuklarla yapılan röportajlardan oluşan bu kitabı okumanızı ve yorumlarınızı benim aracılığımla çocuklara iletmenizi umuyorum. Ne de olsa, bu gruptaki arkadaşlar çocuklar için bir arada… Verdikleri cevapları bilmenizin iyi olacağını umuyorum…”
Bu çağrı geldikten sonra yazmak kaçınılmaz oldu!
Çocuk “Bilge”ler
Kitapta yazarın deyimiyle “faili meçhul cinayetlerde öldürülenlerin, binlerle ifade edilen köy boşaltmalarına uğrayan ailelerin, binlercesi cezaevinde olan Kürtlerin, dağda yaşamını yitiren gerillaların çocukları, kardeşleri yani bu savaşın üçüncü kuşağı”nın dedikleri bize ulaşıyor asıl olarak.
Taş atan çocuklarla ilgili olarak izlediğim bir belgeselde çocukların tıpkı “büyükler” gibi yaşadıkları gerçekliği çözümlediklerine tanık olmuştum. Bu kitapta yer alan çocukların söylediklerini okuyunca da aynı düşünceler uyandı bende.
Onlar “çocuk” değillerdi aslında; “çocuk beden”lerinde çocuk ümürleri kadar kısa sürede yüzyıllarca, binlerce yıl yaşamış “çağdaş bilge”ler olmalıydılar. Çünkü anlattıkları “doğru”ydu.
Onların anlattıkları, yaşananları ortaya koyan ekonomik, askeri, politik “bilanço”larda olmayan, pek çoğumuzun görmediği sonuçları ortaya koyuyor.
Bu kitabı okuyunca, dilimden düşürmediğim, yeri geldiğinde her erişkine söylemeden duramadığım “içindeki çocuğu öldürme” sözünü asla söyleyemeyeceğim çocuklar olduğunu da anladım onların.
Çünkü onlar doğmuşlar ve “çocuk” olmadan büyümüşler, başka bir deyişle “çocukluklarını” yaşa(ya)mamış çocuklardı.
Müge Tuzcuoğlu bunu “Yaşadıklarını, sırasıyla anlattıklarında, çocuklar da inanamadı hayatlarına: ‘Hepsini ben mi yaşamışım?’ diyerek. Ve evet, ne yazık ki hepsini onlar yaşamışlardı…” diyerek ifade ediyor.
Bu kitapla çocukların anlattıklarını bir solukta okuyabilir, ondan sonra adına “Kürt sorunu” denilen sorunun, aslında hepimizin geleceğini ilgilendiren, dolayısıyla “bizim” sorunumuz olduğunu göreceksiniz.
Eskilerde öğrendiğim bir söz vardı:
“Çocuktan al haberi” denirdi, bu coğrafyada yaşananların ne olduğunu en iyi o kitapta konuşulan çocuklar anlatıyor.
Haberi onlardan almak gerek!
Adam olmuş çocuklar – Sinan Kandemir
(12.08.2011 tarihli Radikal Kitap Eki)
Beş yıl, Evrensel gazetesinde muhabirlik yaptıktan sonra, Diyarbakır?a giden Müge Tuzcuoğlu?nun, yoksullukla ilgili faaliyette bulunan Sarmaşık Derneği?ndeki son üç yıldaki çalışmalarını kaleme aldığı söyleşi kitabı ?Ben Bir Taşım?. Tuzcuoğlu, belki de eksik kalan, yapılması gereken şeyin ?o çocuklar?ı dinlemek olduğunu düşünüp, o topraklarda doğmuş, boylarından büyük acılara tanıklık edip oyun yaşlarını çoktan geçmiş çocuklara yöneltmiş sorularını. ?Toplumsal? olaylarda ön saflarda gördüğümüz, bazen polisle çatışan bazen onların verdiği hediyelerle ?mutlu? olan o isimsiz çocukların hikâyelerini, bu sefer onların kendi hayal dünyalarıyla, cümleleriyle dinliyoruz. Tuzcuoğlu Ben Bir Taşım?a on üç çocuğu misafir ediyor, on üç hayatı, hikâyeyi; benzer acılardan geçmiş, benzer öfkeleri taşıyan ve kendilerini sadece ellerindeki taşlarla ifade etmeye zorlanan çocukları. Şiddet içinde büyüyen çocukların kendilerini ifade etme aracı olarak şiddeti kullanmaları bilimsel bir gerçek olarak karşımızda dururken, bırakalım bilimselliği bir kenara, yıllar yılı gözün gördüğüne gönlün nasıl katlandığının cevabını kimselerin verememesi de bir başka bilimsel gerçeklik konusu olsa gerek. Çocukların yaşadıklarını anlattıktan sonra, ?Hepsini ben mi yaşamışım? diye şaşırmaları, tamamen gerçek olan hikâyelerini gözler önüne seriyor. ?Taş atan çocuklar?ın hikâyelerine kulak kesildikçe aslında çoktan büyüdüklerine, büyümek zorunda bırakıldıklarına şahit olmak içimizi acıtsa da dinlemeye devam ediyoruz.
Yakılmış köyünü, babasının cezaevinde olmasından dolayı yedi yaşından beri çöplerden kazandığı ekmek parasını, okula gitmek için nasıl direndiğini anlatan bir çocuğa taş atma nedeni sorulduğunda verdiği cevabı durup düşünmemek elde olmasa gerek: ?Bana bunu yaşatanlara. Yaşamak zorunda olduğum hayatı yaşatanlara.?
Devleti üniformayla tanıyan, babasının, ağbisinin gözaltına alınışını asla unutmayan, panzerin ışıklarından korkan, hayatı hep tedirgin bakışlarla yaşayan çocukların ne hissettiğini, çocuk akıllarıyla ne yapmaya çalıştıklarını, ne istediklerini anlamaya çalışırken buluyoruz kendimizi ?Ben Bir Taşım?ı okurken. Birçoğunun derdi bir şekilde eteğindeki taşları dökmek olan bu çocuk ol(a)mayan çocukları, kendi cümleleriyle dinlemek her insan evladının görevi olsa gerek. Şiddet içermeyen bir şiddetle, okunması gerekenlerin içine katıyorum bu taş hikâyelerini.
Müge Tuzcuoğlu'na Mektup – Sennur Sezer
(13.07.2011, http://evrensel.net)
Sevgili Müge Tuzcuoğlu,
Seninle karşılaşıp karşılaşmadığımı bilemiyorum. Ama savaşın üçüncü kuşağından çocuklar için alanlara toplananların arasındaydın mutlaka. Ve o çocukların gözlerine baktığında yazmaya karar verdin bu kitabı. Benimse bağrımda binlerce dize kıvılcımlanıyor. Ve yazamıyorum. Bu dizelerden daha etkili ne yapılabilir diye düşünüyorum boyuna.
Sevgili Müge,
Bir çocuğun gözlerine bakmak cesaret ister. Her çocuğun gözlerinde söylenememiş sıkıntılar vardır; büyüklerin onlara yabancılaşmasının sıkıntıları. Küçüklü büyüklü yaralar kanar gözpınarlarında. Büyüklerin aklına bile gelmeyecek binlerce derdin yarası. Bir kurdele, bir okşama, bir aferin eksikliği.
Bu yaralar hiç iyileşmez. Esirgenen güzel sözlerin kanattığı iç yaraları. Hangimiz bu yaşımızda bile fark edilmek istemeyiz ki. Oysa biz çocukları deniz kıyısında bir kum yığını ya da bir papatya tarlası gibi görüyoruz. Onların birey olduklarını fark etmemiz için incinmeleri gerekiyor. Hatta kana bulanmaları.
Hem sıradan çocuklar hem de savaşın üçüncü kuşağı için yakılan ağıtları da söylenen sözleri de kanıksadım sanki. Önce fark edeydiniz diye haykırıyor içimden bir deli nine. Önce ağlayaydınız da ölmeyeydiler.
Bir kez Beşiktaş?ta o çocuklardan birini engellemeye çalıştım. Gözlerinin ta içine bakarak, ona ne kadar ihtiyacımız olduğunu anlatmayı denedim. Ona dışarıda ihtiyacımız vardı, tutukevinde değil. Kimi zaman susmak da yiğitlikti. Onların analarını, ablalarını, gönüllerinin aktığı fidan gibi kızları korumak istediklerini biliyordum. Yiğittiler. Hep yiğittiler bizim için. Yanımızda olmak zorundaydılar. Neler söyledim bilemiyorum. Ama şimdi hâlâ onun gözlerine bakıyorum. Avucumda onun öfkeden buz kesmiş bileği duruyor. Kulağımda sesi: Biz çocuk değiliz?
Hayır, onlar çocuk değiller. Ana babasını korumayı üstlenen çocuk öyle bir büyür ki, bütün gövdesi kanar. Yırtılmaktan, gövdesine sığamaz çünkü.
Ve bir daha da çocuk olamaz.
Bir çocuğun yalnızca ana babasına siper olduğunda içi gövdesine sığmayacak kadar büyümez. Dışlandığında da taşar içinden. Kutsal bildiği, saygı duyması gerektiği öğretilen kişiler ona kötü davrandığında da yırtılır içinde bir şeyler. Bir öğretmenin, bir devlet görevlisinin kışkırtıcı, dışlayıcı davranışının yarattığı zelzeleyi hiçbir makine ölçemez.
Sevgili Müge,
?Ben Bir Taşım?ı bitiremiyorum. Her sayfa da bir başka anı yapışıyor yakama. Diyarbekir?de, Ofis?te, Dersim?de, Taksim gezi parkı, gözlerinde yıkılmış evler, yanan köyler, ellerinde vakitsiz uykudan uyandırılmış olmanın şaşkınlığı? Gülmek isterken engellenmiş olmanın yarım güleçliği. Mezarı bilinmeyen ağabeyler, yitik babalar. Ve çocuklukları yırtılmış çocuklar. Yarım resimlerde gibi hep kanayacak çocuklar. Taş olmak isteyen çocuklar onlar. Çocuk olduklarını kabul etmeyen ama taş olmak isteyen çocuklar.
Ben de taş olmak istiyorum şu ara Müge. Kocaman bir kaya olmak istiyorum.