Çeviri: Doğan Şahiner, Sona Ertekin
Katkılar: Elias Khoury, Saree Makdisi, Joseph A. Massad,
Karma Nabulsi, Ilan Pappé, Mariam C. Said, Raja Shehadeh, Fawwaz Traboulsi,
Gauri Viswanathan, Tuncay Birkan, Meltem Ahıska, Rashid Khalidi, Mahmood Mamdani,
Jacqueline Rose, Timothy Brennan, Harry Harootunian
Kapak Tasarımı: Emine Bora
"Edward
Said'in adaletsizliğe karşı öfkesi, bizim öfkemiz olmalı; onun kılıca meydan
okuyan kalemi, insani değerler uğruna kavgamızda bizim silahımız olmalı."
- Elias Khoury
Barbarları Beklerken,
Edward W. Said'in yapıtlarından ve eleştirel kuramcı, entelektüel ve aktivist sıfatıyla
ardında bıraktığı mirastan esinlenerek yeni bir diyalog imkânı yaratmak,
dünyada oluşumuz hakkında yeni baştan düşünmek için girişilen bir çabanın
ürünü. Bu kitap, aynı adlı sempozyumda bir araya gelen Said'in meslektaşları,
öğrencileri ve dostları tarafından "Edebiyatın Gücü", "İktidara
Hakikati Söylemek", "Filistin Sorunu" ve "Bugüne Said'in
Gözüyle Bakmak" konularında verilen sunumları bir araya getiriyor.
Teşekkür
Önsöz: Edward ve İstanbul, Mariam C. Said
Ana Tema Konuşması: Entelektüel ve Çifte Sürgün, Elias Khoury
BİRİNCİ BÖLÜM
Edebiyatın Gücü
1 Bir Karşı Gelenek Oluşturmak, Timothy Brennan
2 Edebiyatın Politik Avantajı, Jacqueline Rose
İKİNCİ BÖLÜM
İktidara Hakikati Söylemek
3 Şarklılara Şarkiyatçı Yaklaşmak: Edward Said'in Öteki Mesajı, Fawwaz Traboulsi
4 Edward Said ve Filistin: Akademik Olanla Politik Olanı, Kamusal Olanla Özel Olanı Dengelemek, Rashid Khalidi
5 Edward Said ve Kamusal Entelektüelin Üslubu, Saree Makdisi
6 "Auerbach İstanbul'da"dan "Said İstanbul'da"ya: Türkiye'de Saidci Yayıncılık, Tuncay Birkan
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Filistin Sorunu
7 Said'de Ufukların Kaynaşımı, Ilan Pappé
8 Filistin Analizi: Otopsi Raporu mu, Başka Teşhis Mümkün mü?, Raja Shehadeh
9 Filistin'in Özgürlüğü İçin Kolektif Mücadelede Filistinli Entelektüellerin Rolü, Karma Nabulsi
10 Edward Said'le Başlamak, Joseph A. Massad
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Bugüne Edward Said'in Gözüyle Bakmak
11 Şarkiyatçılık/Garbiyatçılık: Modernliğin Çıkmazı, Meltem Ahıska
12 Said'in Çatışkıları, Harry Harootunian
13 Said, Din ve Seküler Eleştiri, Gauri Viswanathan
14 Küfür, Bağnazlık ve Kültür Bahsinin Politikası, Mahmood Mamdani
Önsöz: Edward ve İstanbul, Mariam C. Said
Ana Tema Konuşması: Entelektüel ve Çifte Sürgün, Elias Khoury
BİRİNCİ BÖLÜM
Edebiyatın Gücü
1 Bir Karşı Gelenek Oluşturmak, Timothy Brennan
2 Edebiyatın Politik Avantajı, Jacqueline Rose
İKİNCİ BÖLÜM
İktidara Hakikati Söylemek
3 Şarklılara Şarkiyatçı Yaklaşmak: Edward Said'in Öteki Mesajı, Fawwaz Traboulsi
4 Edward Said ve Filistin: Akademik Olanla Politik Olanı, Kamusal Olanla Özel Olanı Dengelemek, Rashid Khalidi
5 Edward Said ve Kamusal Entelektüelin Üslubu, Saree Makdisi
6 "Auerbach İstanbul'da"dan "Said İstanbul'da"ya: Türkiye'de Saidci Yayıncılık, Tuncay Birkan
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Filistin Sorunu
7 Said'de Ufukların Kaynaşımı, Ilan Pappé
8 Filistin Analizi: Otopsi Raporu mu, Başka Teşhis Mümkün mü?, Raja Shehadeh
9 Filistin'in Özgürlüğü İçin Kolektif Mücadelede Filistinli Entelektüellerin Rolü, Karma Nabulsi
10 Edward Said'le Başlamak, Joseph A. Massad
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Bugüne Edward Said'in Gözüyle Bakmak
11 Şarkiyatçılık/Garbiyatçılık: Modernliğin Çıkmazı, Meltem Ahıska
12 Said'in Çatışkıları, Harry Harootunian
13 Said, Din ve Seküler Eleştiri, Gauri Viswanathan
14 Küfür, Bağnazlık ve Kültür Bahsinin Politikası, Mahmood Mamdani
ANA TEMA
KONUŞMASI, Entelektüel ve Çifte Sürgün, Elias Khoury, s. 19-27
New York şehrindeki Columbia Üniversitesinde ders
veren genç Amerikalı'ya 1967'de ne oldu? Edward Said'in otobiyografik kitabı Yersiz
Yurtsuz'da(1) değinmediği,
ikinci başlangıç sorusudur bu. Said bu kitapta, Taha Hüseyin'in Günlerin Kitabı'nda
yaptığı gibi, çocukluğunu yazar. Said'in otobiyografisi, müphemlik ve çelişki
meselesiyle açılır. Adı İngilizce Edward, soyadı Arapça Said'dir. Hüseyin' in
otobiyografisi de bir müphemlikle, karanlık ve ışık müphemliğiyle başlar. Her
iki durumda da yazarlar çocukluklarının müphemliklerinden eşzamanlı
bilinçlerinin başlangıçlarını kurarlar.
Arap kökenli genç
Amerikalı, İsrail'in Araplar karşısında kazandığı çabuk zaferin coşkun
mutluluğu içindeki New York
sokaklarında yalnız dolaşırken, aniden, yaşadığı yerde yabancı olduğunu
keşfetti. İnandığı insani değerlerin dünyasını sarmalayan karanlığı gördü ve
Filistinli olmaya karar verdi. Lübnan'a gidip Anis Frayha ile Arap dili ve
kültürünü araştırdı. Büyük kitabı Şarkiyatçılık'ı(2)
yazma fikri Beyrut'ta geldi aklına. Birleşik Devletler'e döndüğünde iki ad
taşıyordu: Doğumunda kendisine verilen ad ve bu adın çocukluğunu geçirdiği
Kudüs ve Kahire'de aldığı biçim.
Konstantin
Züreyk'in 1948'de –Filistinlilerin felaketine verilebilecek ulusal bir cevap
ortaya koyma çabasındaki Nakba'nın Anlamı kitabında– formüle ettiği Nakba (Büyük
Felaket) kavramı, Said' in yapıtında yeni bir boyut kazanacak ve Şarkiyatçı
söylemin merkezinde yer aldığı kabul
edilecekti.
Genç adam iki kere
doğmuştu: Önce 1935'te Kudüs'te, sonra 1967' de New York ile Beyrut arasında. Ve bu iki
doğum arasında, Kahire' nin kolonyal okullarında okumuş, yazları Lübnan'da
Dhour El Shweir köyünde geçirmiş, piyano çalmış, İngiliz edebiyatı okumuş,
hayranları karşısında göbek dansı yapan Tahiya Karioka'nın vücut titretme
mucizelerini seyretmiş, lisans öğrenimini Princeton'
da tamamlamış, Conrad'ı keşfedip başlangıçları aramaya başladığı Harvard'dan
mezun olmuştu.
Said, ne
yaptığının farkında olmadan, yapıtlarında iki Arap al-Nahdah'ına (Uyanış) vücut
verdi. "Rabita Kalamiya" grubu gibi Amerikalı'ydı; yirminci yüzyılın
başında Kahire'ye sığınan Lübnanlı, Suriyeli ve Filistinli entelektüeller gibi
Mısırlı'ydı ve 1960-70'lerde Beyrut'ta yaşayan çok sayıdaki Arap entelektüeli
gibi Beyrutlu'ydu. İngilizce yazan, Arapça ve başka dillerde okuyan bir
Filistinli, Mısırlı, Lübnanlı ve Amerikalı'ydı; Lübnan, Mısır ve Filistin
aksanıyla Arapça konuşan, aradığı sözcüğü bulamayınca İngilizceye dönen bir
Fransız entelektüeli; Filistinli bir militan ve New Yorklu bir akademisyendi.
Edward Said,
yaşamıyla ve yapıtlarıyla, bir Amerikan ve Arap entelektüeli olarak kendi
modelini oluşturdu. Göçmenlerin birçoğu gibi nostalji kurbanı olmadı. Kendini
mazlumlarla özdeşleştirmekten kaçınamayan bir tanık olarak Filistinli ve Arap
kimliğine döndü. Kendisine dilsel bir yuva bulmak için değil, Conrad'cı sarsma
ve keşfetme geleneği içinde İngilizce yazdı. Köklerini bulmak için değil,
geleceği keşfetmek ve Filistin'i insan acılarının haritasındaki yerine
yerleştirmek için Filistin'e döndü.
Said bir başlangıç
projesiydi. Başlangıç ise, kendisinin Başlangıçlar kitabında(3)
yazdığı gibi, keşfedilecek ya da bulunacak bir şey değil, yapılacak bir şeydir.
Bu onun sırrıydı; başlangıçlarını bilinçli yapan, yeni bir seküler, dünyevi
görüş ortaya koymak üzere eski kavramlara meydan okuyan bir adam olarak
üslubuydu.
Said'i Batı
kültürü alanında, beşeri bilimler ve yazınsal eleştirinin gelişim süreci
içindeki yerine yerleştirmek kolaydır. O bir yabancı olarak kalmış olsa da,
Lukács, Vico, Auerbach, Gramsci, Foucault ve Fanon'la bağlantılarının
soykütüğünü izleyebiliriz. Bu bağlantılar ona iktidar ve bilgi mekanizmalarının
derin eleştirisinde kullanacağı bir ufuk sağladı; özellikle iki büyük yapıtı, Şarkiyatçılık ve Kültür
ve Emperyalizm'de(4) ve başyapıtı Entelektüel'de.(5)
Zor olan, Said'in
Arap dünyasındaki soykütüğünü izlemektir. Bu zorluğun bir nedeni, onun bu
alanda az yapıt vermesi, diğer bir nedeni de yapıtlarında Arapça kaynaklara az
gönderme yapmasıdır. Said'in modern Arap yazını üstüne yazdığı ve özellikle Şarkiyatçılık ve
Filistin konusundaki metinleriyle Arap kültür sahnesinde önemli bir entelektüel
ve politik rol oynadığı doğrudur; bununla birlikte, onun dışarıdan gelip
müdahil olduğu bu kültürel yapı içindeki konumunu ayırt etmek yine de çok
zordur. Said'in yapıtlarının iki yaklaşımla okunmasını önereceğim.
1. Modernizm. Bu
okuma, Said'in yaklaşımını Arap modernizminin Taha Hüseyin'in yapıtlarındaki
sergilenişiyle karşılaştırma yoluyla etkili bir şekilde yapılabilir. Bunu
önermemin sebebi, ilk başta sanılabileceği gibi, bu iki yazarın
otobiyografileri arasındaki benzerlik değildir; tam tersine, iki yazarı
kategorik olarak ayıran, modernizme yaklaşımları arasındaki farktır. Avrupa
kültürünü takdir etme ve benimseme konumundan yola çıkan, Arap kültür mirasını
yorumlamakta akılcı ve modern yöntemler kullanan Hüseyin, Avrupa kültürüyle
ilişkisinde uzun bir yol aldı. Bu yaklaşımı İslam Öncesi Şiiri gibi
kitaplarında bazen aşırıya vardırmış olsa da, kutsal ve yasak olanı sorgulama
yoluyla, kültürel yapıda radikal bir değişiklik meydana getirmeyi başardı. Bir
başka düzeyde ise, Mısır-Arap kimliğinin önceden belirlenmiş kaderi
anlayışından kurtulmanın bir yolu olarak, sömürgeciliğe karşı eleştirel bir
tutum almaksızın, kültürel bir yaklaşım olarak Akdenizciliği benimsedi.
Taha Hüseyin'in
ardından gelen Edward Said, onun görüşlerine karşı çıktı. Said, Batı'nın
radikal eğilimlerinin bir parçasıydı. Teorik verimi, sömürgecilik sonrası bir
yaklaşımın merkezinde duruyordu; egemen Arap kültürünün radikal bir eleştirisi
bağlamında, ulusal kurtuluş fikrine öncelik veren bir görüş içinden, kültür ile
iktidar arasındaki ilişkiyi sorguluyordu.
Bu iki yazarın
yaklaşımları arasındaki büyük fark, George Antonius'un terimini kullanırsak,
Arap Uyanışı'nın tarihiyle bağlantılı olarak anlaşılabilir. Buna göre Taha
Hüseyin, al-Nahdah'ın ideolojisinin yeniden vücut bulmasını temsil eder. Burada
uyanış, iki geçmişin, Arap kültürünün Altın Çağı ile modern Batı kültürünün bir
bileşimi olarak algılanır; şimdi ve şimdinin çelişkileri göz ardı edilir. Öte
yandan Said, otantiklik ve kapalı, sonlu bir kimliğin onaylanması fikrini aşan
yeni bir farkındalığı temsil eder, çünkü Said fikirleri çelişkilerin alanı
olarak görür.
2. Nakba ve
Filistin Fikri. Ne yazık ki henüz Arapçaya çevrilmemiş olan Filistin Sorunu
kitabında Said, hem Konstantin Züreyk'in yaklaşımını sürdürür hem de bu
yaklaşımdan köklü bir kopuş sergiler. Milliyetçi, modernist ve seküler düşünür
Züreyk, Filistin Nakba'sının Arap yüzünü gördü ve kendi icat ettiği bu terimi,
Arap seçkinlerini etkileyerek Arap politik yaşamına egemen olan askeri
darbelerin yolunu döşeyen modernist bir devrimci düşüncenin ışığında anladı.
Said ise Nakba'yı yeni bir perspektiften yorumlayarak dünya tarihinin merkezine
yerleştirdi. Şarkiyatçılık'ın
somut bir politik uygulaması olan Filistin Sorunu'nda Nakba'yı küresel insani
boyutuyla ele aldı ve değişik düzeylerindeki mücadele mekanizmalarının derin
bir çözümlemesini ortaya koydu.
Said, şimdiki
durumla yorumu arasındaki mücadele olarak, ve Filistin ve Arap dünyasında
sömürgecilik projesini anlamanın bir parçası olarak, Filistin fikrini modern
tarihin merkezine yerleştirdi. Said'i modern Arap kültürünün alanında okumak
üzere girişilecek bir çaba, Said'in modern Arap düşünce ve yazını üzerindeki
etkisini ve onun entelektüellik fikrine yaklaşımını görmeden tamamlanmış
olmayacaktır. Özellikle Şarkiyatçılık'la
ilgili olarak Said'in yanlış anlaşıldığına dair çok şey söylenebilir, ama yine
de tarihsel araştırmalar, politik çözümlemeler ve edebiyat üzerindeki etkisinin
izlerini görmek mümkündür. Bunu hakkını vererek ele almak için ayrı bir
konferans düzenlemek gerekirdi.
Said'in
entelektüel kavramına gelince, onun bu konudaki kısa kitabında, ulusal
hareketin çözülmekte olduğu günümüzde Arap entelektüellerine bir kılavuz
sağlayacak yeni bir yaklaşım önerdiğini sanıyorum. Bu noktada, insanın Said'in
metni ve sağladığı model sayesinde iradenin iyimserliğine kapı açabileceğine
dair Beyrut'ta edindiğim kişisel deneyimlere dayanarak bir şeyler söyleyeceğim.
2001 Ocağında New
York Üniversitesindeki akademik kariyerime başlamak üzere New York'a giderken,
Edward Said'in şehrine gittiğim duygusu içindeydim. Şehri bana o tanıttı ve
sonradan –Sürgün Üzerine Düşünceler kitabının(6) girişinde–
şehrin bohem solcu entelektüel geleneğinden yalıtılmasının dönüm noktası olarak
betimleyeceği şeyi gösterdi. Beyrut'ta yaşadığım uzun süreli Lübnan ve Filistin
deneyiminden geliyordum. Aradaki mesafe, Beyrut deneyimimi yeni bir gözle görmemi
sağladı. Şehrimin gölgesini görmek için arkama baktım ve 1982'deki İsrail
işgaline karşı direniş ile yeni yüzyılın başı arasında olup bitenlerin ne kadar
büyük olduğunu fark ettim – savaş ve ardından gelen Suriye egemenliği. Politik
ve ideolojik dil, değişik dönüşüm düzeylerinden geçmek durumunda kalmıştı; o
kadar ki, dilin kendisi anlamla bağlantısını yitirme noktasına gelmişti.
1992 ile 1998
arasında, Beyrut Tiyatrosu'nun müdürü ve Mulhak'ın (An-Nahar gazetesinin
haftalık edebiyat eki) editörüydüm. Bu editörlük görevim hâlâ devam ediyor.
Kimi arkadaşlarım ve ben, Beyrut'a yeni bir anlam kazandırmanın hayalini
kuruyorduk. Etkinliklerimiz arasında, 1997'de Edward Said onuruna bir toplantı
ve 1998' de Filistin Nakba'sının 50. yılı için bir anma programı da vardı.
Zamanla bir tür yarış içinde olduğumuzu ve derinlere nüfuz eden eleştirel bir yaklaşımla sürdürülecek
entelektüel çabanın şehrimizle ilişkimizi yeniden tanımlamamızı sağlayacağını
hissediyorduk. Ama gerek Lübnan'da gerekse Filistin'de ulusal hareketin
yenilgisinin geri dönüşsüz olduğunun ve Arap Doğu'nun zorbalık, işgal ve çok
muğlak bir İslami projenin karanlığında uzun bir yolculuğa çıktığının farkında
değildik.
New York, Arap entelektüelleri olarak ne kadar
derin bir kriz içinde olduğumuzu görmemi sağlayan bir pencereydi. Ve 11 Eylül
çılgınlığıyla birlikte, yeni dünya düzensizliği içinde Üçüncü Dünya
entelektüellerinin derin yalnızlığını fark etmeye başladım. Filistin fikri için
mücadele, bir taraftan Şarkiyatçı söylemi bütün öncüllerini uyarlayarak hayata
geçirmeye hazır yeni bir savaşçılar kuşağının, diğer taraftan sömürgecilik
projesini uygarlıklar savaşı ve tarihin sonu dilinin arkasına saklamak için bu
ânı bekleyen yeni muhafazakâr kurumların tehdidi altındaydı. Bu, kültürde
hümanist yaklaşımı tahrip etmeyi, onun yerine yeni bir ırkçı, sömürgeci söylem
geçirmeyi amaçlayan, büyük bir kültürel saldırıdır.
Bir keresinde
Edward Said'e, hâlâ herkes için bir yer olup olmadığını sordum. Aklımda onun Sürgün
Üzerine Düşünceler'de Aimé Césaire'den yaptığı alıntı vardı.(7) O sıralarda Said
hümanizm konusundaki son kitabını yazmaktaydı. Ömrünün sonuna yaklaştığının
farkındaydı ama ölüm düşüncesine teslim olup bir köşeye çekilmemeyi tercih
etmişti. Kansere karşı verdiği büyük mücadele ortadaydı ama son kavgası,
sanılabileceği gibi ölüme karşı değil, adeta Arap dünyasında entelektüellerin
rolünü ortadan kaldırabilecek tehlikeleri görmüşçesine, hümanist yaklaşımı
savunmak içindi. Filistin Sorunu'nda ana yaklaşımını Filistinlilerin
trajedisine uyguladı ama daha sonra, Oslo Anlaşması ve Filistin'de otoritenin
tesis edilmesiyle birlikte, ulusal kurtuluş mücadelesinin kendi
yanılsamalarının kurbanı olmuş bir bürokrasinin yönetiminde amaçlarına ulaşamayacağını
fark etti.
Said'in soruma
verdiği cevabı, hatta cevap verip vermediğini bile hatırlamıyorum. Tek bir
büyük gücün kaldığı yeni dünyada Arap entelektüellerinin yalıtılmışlığı
karşısında hissettiklerimi tartışmak istiyordum, ama her zaman olduğu gibi
zaman kısıtlıydı, konuyu sürdüremedik.
Entelektüel
kitabında Said, Gramsci'nin "topluma aktif olarak katılan" organik
entelektüeli ile Benda'nın "etkinliği esas olarak pratik amaçlarla ilgili
olmayan" aydınını birleştirerek bir entelektüel portresi çizmeye çalıştı.
Bu kombinasyon, yirmi birinci yüzyıl entelektüelinin ilk özelliklerini temsil
eder. Zola'nın "İtham Ediyorum"una dayanan, Sartre'ın evrensel
entelektüelinde doruğuna ulaşan entelektüel, Foucault'nun özgül entelektüeliyle
yavaş yavaş gözden kaybolmuş, sonunda küresel fikir piyasasında bütünüyle
ortadan kalkmıştır. Said'e göre entelektüel, belli bir kamu için ve o kamu
adına bir mesajı, görüşü, tavrı, felsefeyi ya da kanıyı temsil etme,
cisimleştirme, ifade etme yetisine sahip olan bireydir. Bu rolün özel,
ayrıcalıklı bir boyutu vardır ve kamunun gündemine sıkıntı verici sorular
getiren, ortodoksi ve dogma üretmektense bunlara karşı çıkan, kolay kolay
hükümetlerin veya büyük şirketlerin adamı yapılamayan, devamlı unutulan ya da
sümen altı edilen insanları ve meseleleri temsil etmek için var olan biri olma
duygusu hissedilmeden oynanamaz.(8)
Marksist filozof
Gramsci ile modelleri Sokrates'ten Nasıralı İsa' ya kadar uzanan idealist
düşünür Benda'nın bu sentezi, postmodern dünyamızda entelektüellerin kriziyle
ve özellikle de hem kendi ülkelerinde hem dünyada yalıtılmış olduğunu hisseden
Üçüncü Dünya entelektüellerinin kriziyle dolaylı bir yoldan yüzleşme çabasıydı.
Üçüncü Dünya entelektüelinin çifte sürgünü, entelektüelin Batı dünyasındaki
konumunun ve sürekli yalıtılmışlığının bir sonucu olmakla kalmaz, kendine özgü
nedenlerden de kaynaklanır:
1. Uluslararası
dayanışma fikrinin zayıflığı. Totaliter Sovyet rejiminin çöküşünün ve Batı
dünyasında yeni bir muhafazakârlığın yükselişinin bedeli, enternasyonalizm
fikrinin yerini küreselleşme fikrinin alması oldu. Üçüncü Dünya entelektüeli,
ülkesinde özgürlüğü ve demokrasiyi savunma davasının imparatorluğun elindeki
bir alete dönüşmekte olduğunu hissetmeye başladı. Ya bu durumu ya da davayı
bütünüyle göz ardı etti. Entelektüeli kendi dilinden kopardığı için, yani iyi
ile kötünün savaşından söz eden yamyassı bir dilin egemen olduğu bir dünyada
karmaşık bir hakikati dolaşıma sokmasını engellediği için, bu yalıtılmışlığın
bedeli gün geçtikçe muazzam ölçülere varmaktadır. Bu güçlüğün Irak'tan
Filistin'e kadar pek çok örneği görülebilir. Ahmaklara yaraşır basitlikteki
"teröre karşı savaş" dili, adalet fikrinin kendisini ortadan kaldırmaya
yönelmekte ve dili anlamsızlık sınırına itmektedir.
2. Yalıtılmışlık
duygusuna neden olan bu anlam çöküşü, Arap Doğu'daki politik ve toplumsal
çözülmenin bir parçasıdır. Arap rejiminin Batı Şeria, Gazze ve Golan
Tepeleri'ndeki uzun İsrail işgali karşısındaki güçsüzlüğünün ve bu rejimin ordu
ya da oligarşiden kaynaklanan korkunç baskıcı doğasının bir sonucudur. Politik
çözülme fundamentalizmin yükselişinin sonucu değildir, bunun tam tersi
doğrudur: Fundamentalizmin kendisi bu çözülmenin sonucudur ve sözümona uygarlıklar
savaşının bir parçası haline gelmeden önce Soğuk Savaş'ta kullanılmış bir
araçtır. Arap rejiminin barış yapmayı da savaş ilan etmeyi de becerememesi, bir
tür politik ve ahlaki durgunluğa yol açtı, bu da rejimi kendi kendini imhaya
götürdü. Bu çözülme karşısında, yeni bir dil formüle etmek, kaçınılmaz bir
ihtiyaç olarak ortada durmaktadır. Ama Eflak'ın (*Michel Eflak (1910-1989):
Baas Partisi'nin kurucularından, Suriyeli politikacı. –ç.n.) ortaya sürdüğü
türden darbe teşvikçisi bir yaklaşıma ve Stalinist "insan ruhunun
mühendisi olarak yazar ve entelektüel" kavramına dayanan, taşlaşmış eski
solcu ve milliyetçi söylemler bu görevin önünde engel oluşturmaktadır.
3. Politik rejimin
krizi, ordunun benimseyip mahvettiği toplumsal değişim projesinin derin krizini
yansıtmaktadır. Benda'nın başlığını kullanırsak, "aydınların
ihaneti", Beyrut'un harap edilmesinde, Iraklı entelektüellerin sürgününde,
devlet aygıtıyla işbirliği yapmakla suikaste kurban gitmek arasında seçim
yapmak zorunda bırakılan Mısırlı entelektüellerin ikileminde ve Filistinli
muhaliflerin marjinalliğinde (sonuna kadar eleştirel bir ses olarak kalan
Said'in bu noktada özel bir önemi vardır) trajik boyutlara vardı.
Sartre ve Marksist
ideolojinin ikili etkisi altında biçimlenen eski Arap entelektüelleri ortadan
silindi. 1972'de İsrail'in suikastine kurban giden Hasan Kanafani ve her ikisi
de 1980'lerde fundamentalistler ve Suriye istihbaratının suikastine kurban
giden Hüseyin Mroueh ve Mahdi Amel'in temsil ettiği model ortadan kalktı,
onların yerini iç savaş sırasında Cezayir'de ve Lübnan bağımsızlık intifadası
sırasında Beyrut'ta suikaste kurban gidenler aldı.
Ulusal mücadelenin
açıklıklarının yerine şimdiki çözülme döneminin müphemlikleri geçti, böylece
organik entelektüel kendisini belirsiz bir durumda buldu. Halk hareketiyle
ilişkisi bulmaca halini aldı; kültür teknisyenlerinin temsil ettiği, STK'lar
eliyle formüle edilen yeni bir çağ bu boşluğu doldurmaya çalışacak ama gerçek
bir başarı elde edemeyecektir, çünkü bu aslında çözümünü ancak politikada
bulabilecek özgül sorunlara küresel bir yaklaşımın parçası olabilir.
Edward Said'in
entelektüel modeli, Arap entelektüelinin krizine bir cevap sağlayabilir. Burada
kılıcın karşısında söz vardır, kavga ise hem yerel hem küreseldir. Yerel
boyutta, üç düzeyde kavgaya girer:
1. Eleştirel bir
konumun bulunması ve üretilmesi.
2. İşgale karşı
direniş ve sivil toplum kurumlarının inşası.
3. Diktatörlüğe
karşı kültürel muhalefete önderlik etmek ve kurtuluş hareketini hem ölü
milliyetçi ideolojinin hem de bir yanıyla Şarkiyatçı söylemin yankısı olan
fundamentalist söylemin dışında yeniden yaratmaya çalışmak.
Dünyanın bir
parçası olmadan, bu düzeylerde başarı elde edilemez. Edward Said bize dünyada
olmanın eleştirel olmayı ve çoğul bir kimlik yaratmak üzere bariyerleri
parçalayarak ortaklaşmayı gerektirdiğini öğretti.
Raif Züreyk,
Said'in hastalığına ve ölümle bir arada yaşadığına inanmayarak ona haksızlık
ettiğimizi yazdı. Bugün, eğer onun öldüğüne inanırsak, onun yazdıklarından
kapalı bir metin yaratırsak, Said'e daha da fazla haksızlık etmiş oluruz. Said
öfkeden kanserin panzehiri diye söz ederdi. Onun adaletsizliğe karşı öfkesi,
bizim öfkemiz olmalı. Onun kılıca meydan okuyan kalemi, insani değerler uğruna
kavgamızda bizim silahımız olmalı.
Notlar
(1) Out of Place: A Memoir, New York: Alfred A. Knopf, 1999; Türkçesi: Yersiz Yurtsuz, çev. Aylin Üçler, İstanbul: İletişim, 2003. Yukarı
(2) Orientalism, Western Conceptions of the Orient, Routledge & Kegan Paul, 1978; gözden geçirilmiş basım: Penguin, 1995; Türkçesi: Şarkiyatçılık, Batı'nın Şark Anlayışları, çev. Berna Ülner, İstanbul: Metis, 1998. Yukarı
(3) Beginnings: Intention and Method, New York: University of Columbia Press, 1985; Türkçesi: Başlangıçlar: Niyet ve Yöntem, çev. Ferit Burak Aydar, İstanbul: Metis, 2009. Yukarı
(4) Culture and Imperialism, Londra: Chatto, 1993; Türkçesi: Kültür ve Emperyalizm, çev. Necmiye Alpay, İstanbul: Hil, 1998. Yukarı
(5) Representations of the Intellectual, New York: Pantheon, 1994; Türkçesi: Entelektüel, çev. Tuncay Birkan, İstanbul: Ayrıntı, 1995. Yukarı
(6) Reflections on Exile, Cambridge: Harvard University Press, 2002; "Kış Ruhu: Sürgün Üzerine Düşünceler" makalesi Metis Seçkileri'nde yer alan Kış Ruhu (çev. Tuncay Birkan, İstanbul: Metis, 2000, s. 28-42) adlı kitapta bulunabilir. Yukarı
(7) "Güzellik, zekâ ve güç hiçbir ırkın tekelinde değil / ve zafer randevusunda herkese yer var" (Kış Ruhu, s. 66). Yukarı
(8) Edward Said, Entelektüel, s. 27. Yukarı