Elif BEREKETLİ
Türkiye'de konuşula konuşula anlamını yitirme tehlikesinde olan meselelerinden biri de kitap yasakları. Misenformasyon gırla gidiyor, günlük çıkarlar uğruna bir anda özgürlükçü kesilenler ise neredeyse gülünç durumdalar. Işıl Eğrikavuk'un Rampa Galeri'de açılan sergisi Karanlık Kütüphane ise mevzuya "Tüm yasaklar yasaklansın, çünkü çok kötüler" klişesinin bir nebze ötesinde, ferah bir bakış sunabilen birkaç kaçıştan biri. Eğrikavuk'un bu sergideki tüm meselesi kitaplar. Galeriye girdiğinizde iki parçalı bir sergi karşılıyor sizi. Bir tarafta genç bir adamın anlattığı tuhaf bir kaçırılma ve bir kütüphaneye kapatılma hikayesi, bir tarafta Türkiye'de bugüne dek yasaklanmış kitaplardan oluşan bir kütüphane. Bonus olarak bir de videodaki hikayenin tamamlayıcısı olan kimi gazete haberleri var bu kütüphanenin yanında.
Hem kitaplar hem yasaklar hem de güncel sanat konusunda kafa yoran; yazan ve üreten Işıl Eğrikavuk'u Karanlık Kütüphane vesilesiyle yakaladık ve ona sergisinin yanı sıra, güncel sanat - kitap ilişkisi ve yasakçı zihniyete dair birkaç soru sorduk.
Kitaplarla güncel sanatın çok yakın bir ilişkisi var gibi görünmüyor buradan bakınca. Sen ne dersin?
Aslında edebiyattan beslenen çok sanatçı var fakat belki anlatım biçimleri çok daha soyut olduğu için iki disiplinin ilişkisi başta göze çarpmayabiliyor. Ben edebiyat kökenliyim, üniversitede sanattan önce edebiyat okudum. Dolayısıyla benim için hikâyeler her zaman görsel materyalden daha önce geliyor. Böyle çalışan sanatçılar da yok değil ama seyirci olarak güncel sanattaki işlere bakışımız kitaptan farklı bir mecrada olduğu zaman o ilişkiyi her zaman direkt olarak kurmayabiliyoruz.
Edebiyat özelinde konuşacak olursak... Sence bugün çağdaş sanat edebiyattan besleniyor mu? Ne gibi örneklerinden söz edebiliriz?
Elbette. Ama varolan edebi işleri alıp yorumlamaktan ziyade, daha çok yeni tip öyküleme biçimleri ve kurgular yaratan sanatçılar, ya da kelimeleri de bir malzeme olarak görüp yontan sanatçılar benim daha çok ilgimi çekiyor. Örneğin Ömer Fast, Atlas Group, Apichatpong Weeresethakul bunlardan bazıları.
Sergide yasaklı kitaplardan bir seçki sunuyorsun. Bu konuda çalışmaya nasıl başladın? Bunca kitabı aramak taramak, bir araya getirmek kolay olmamıştır, sanıyorum.
Yaptığım işler gündemle paralel gelişiyor. Bu biraz da geçmişte gazeteci olarak çalışmanın getirdiği bir avantaj. Gündemi yakından takip ediyorum ve dolayısıyla işlerim de bu doğrultuda oluşuyor diyebiliriz. Örneğin 2012 de yaptığım “Dönüşüm Muhteşem Olacak” adlı performansta, daha Taksim’e kazılar vurulmamışken ve Gezi olaylarından on ay kadar önce, meydana yapılacak olası müdahalelerle ilgili bir absürd proje üretmiş ve Taksim’e Mısır Piramitlerini getirmeyi konu almıştım. Bu sergide ise gündem o kadar yasaklamalar üzerine kuruluydu ki, bir Yasaklı Kitaplar Kütüphanesi kurmaya karar verdim. Türkiye’de 23 bin kadar yasaklı yayın var, bizimki bunların 400'ünü oluşturan bir kitap seçkisi. Araştırırken bayağı bir sahaf gezdik Rampa ekibiyle birlikte. Ayrıca PEN Yazarlar Derneği’nin de katkıları oldu.
Bir yasaklı kitaplar kütüphanesinin yanı sıra yan odada bir kurmaca video dönüyor. Bu iki işi birbirine bağlayan nedir?
Video benim 2006 yılında yaptığım bir iş. Aslında tüm sergi bu video etrafında temelleniyor. Videonun konusunu ise 1980 yılında kaçırılıp bir kütüphaneye kapatılan 12 kişinin öyküsü oluşturuyor. Kimliği belirsiz bu örgüt kaçırdıkları kişilere her gün bir günu verip o konuyla ilgili kütüphanede ne varsa bulmalarını ve silmelerini emrediyor. Videonun kırılma noktası ise, kaçırılanlardan birini oynayan aktörün rolünden çıkıp anlattığı hikâye üzerine konuşmaya başlaması oluyor ve mesele bu tip anlatıların Batı’da nasıl algılanacağına dönüşüyor. Gerçekte varolmayan bu kurgu kütüphane ve öykü aslında Türkiye’de yayınlara yapılan müdahaleler üzerinden tarihin nasıl değiştirildiğine ve kurgulandığına işaret ediyor. Yasaklı kitaplarla bağlantısı da biraz bu noktadan çıkıyor.
Abdullah Öcalan’dan Bediüzzaman’a
Bu sergide kitap bir nasıl bir nesne? Birçok simgesel yükü bir arada taşıyor ve yansıtıyor gibi görünüyor.
Kitap sergideki kurgunun bir parçası olarak görünse de aslında her bir kitap Türkiye resmi tarihinin bir parçasını oluşturuyor. Yasaklı Kitaplar Kütüphanesi’nde farklı dönem ve ideolojilerden kitaplar bulmam mümkün, Abdullah Öcalan’dan Bediüzzaman’a, Haydar Dümen’den Rıfat Ilgaz’a pek çok yazardan oluşan bir kütüphane bir zihniyet arşivini de oluşturuyor.
Bu video (ve tamamlayıcısı olan gazete küpürleri ile) kurmaca ile gerçeğin çok yakın temas ettiğini görüyoruz. Bir izleyici bu olayın gerçekten yaşanıp yaşanmadığını anlamak için bir süre analiz etmek zorunda kalıyor. Niçin özellikle böyle bir tercihte bulundun? Bu, klasik edebi kurmacanın pratiklerinden uzak bir yaklaşım...
Yaptığım işlere paralel anlatılar diyordum, gerçi şimdi bu kelimeyi kullanmak da başka anlamlar katıyor ama olsun. Dolayısıyla benim için sadece hikâyeyi anlatmak kadar, o rolü oynayan kişinin rolle ilgili söyleyecekleri de önemli. Her videonun karakterini o rol için özellikle seçiyorum ya da o kişi için yazıyorum. Böylece kurgu-gerçek arası bir karma metin ortaya çıkıyor. Öte yandan anlatılan hikâyelerin absürd bir tarafı da var. Kaçırılıp bir kütüphaneye kapatılan insanlar, ABD’yi kuş gribi salgınından kurtaran Iraklı bir doktor, Taksim Meydanı’na yerleştirilen piramitler... Tüm bu ‘acaba’ lı öyküler aslında ‘gerçek’ olgusunu ve seyircinin kendi zihnindeki ‘gerçeklik algısı’nı sorgulatmaya yönelik.
Medyanın bu durumdaki payı büyük
Gerçeklik ile kurmacanın bu kadar iç içe geçtiğini ve farklı medyaları da bir arada kullandığını göz önünde bulunduracak olursak, gizli bir medya eleştirisinden söz edebilir miyiz?
Kesinlikle. Bahsettiğim gerçeklik algısını yaratan etmenlerden biri olarak medyanın bu durumdaki payı büyük. İşler aslında alttan alta buna da değiniyor.
Videoda kurduğun çok sembolik bir dünya. Sohbetin sonunda bir noktada oryantalizme de bağlandığını düşünecek olursak, ilk bakışta çözüvermek biraz zor görünüyor. O kütüphaneyi kafanızda ne gibi düşüncelerle yarattın?
Karanlık Kütüphane bizim makus tarihimizdeki yasaklamalara göndermede bulunsa da, aslında bir temsiliyet sorgulaması. Dışardan bakan bir göz için, ki bu ister okur, ister sanat seyircisi, ister yabancı medya olsun, başka bir coğrafyaya ait olan öykülerin inandırıcılığına dair bir Oryantalist eleştiri de sunuyor. Öte yandan bu Oryantalist bakış sadece Batı’ya ait değil, bu tip anlatıları Batı’ya çok iyi pazarlayan bir yerli-oryantalist bir pazar da var. Ben biraz bu ikili anlaşmayı kırmak ve de yaratılan bu fosilleşmiş temsiliyet meselesini kırmaya çalışıyorum videoda.
Yasaklı kitapların hangi dönem ne konularda seyrettiğini söyleyebiliriz?
Aslında bu konuda yazılan çok kıymetli bir kitap var. Emin Karaca’nın “Vaay Kitabın Başına Gelenler” adlı kitabından ben de sergi için çok faydalandım. Kitapta çok ilginç bilgiler var. Örneğin Abdülhamid döneminde yasaklananlar arasında Fransızca Kur’an çevirisi bulunurken, Atatürk döneminde Kazım Karabekir’in kitapları, 60’larda Musa Anter gibi Kürt yazarlar ve Said-i Nursi, 70’lerde özellikle sol yayınlar ve 80 döneminde binlerce yasaklanan kitap var. Her dönemin kendi yasaklamalarını getirdiği ve faturanın her daim kitaba, yazara, yayıncıya ve okuyucuya kesildiğini çok net görüyoruz.
Kürt açılımı doğrultusunda gelişen bir durum belki de, ama bir gerçek var ki, AKP döneminde Türkiye’de yasaklı kitap kalmadı. Ama öte yandan gazeteciler hapiste, internet siteleri yasaklı. Bunu nasıl yorumlarsın, “yasak”ın (konjonktürel) oyuncakları mi değişiyor?
Aslında ben meseleye ekran olarak bakıyorum. Ekran derken ister kitap, ister gazete ya da yayın, ister bilgisayar-internet, ister film, ya da sanat olsun fark etmiyor. Dolayısıyla konjonktüre göre bir ekrandan diğerine geçtiğimizi söyleyebilirim.