mahalle
(Pınar Selek 2001 Maskeler Süvariler Gacılar, sayfa 111)Modern kentler, rekabetin aile içinde bile insanları birbirinden kopardığı yalnızlıklar alanıdır. Sürekli bir parçalanma, sürekli bir yabancılaşma, tedirginlik, güvensizlik ve yabancılarla birlikte yaşamaya mahkumiyet, yani ihtiyaç ve tehdidin ortak varlığı, modern kentin zorunluluğudur. Eski çağlarda “yaratık” olarak tanımlanmış olan yabancılarla birlikte yaşamak durumunda olanlar, “toplumsal olarak uzak ama fiziki olarak yakın”, sürekli bir yabancılaşmayı ve tahriki yaşarlar.
Bu anlamda, komşu ile zorunlu olarak kurulan, üstelik de mahremiyet alanının çok yakınında gerçekleşen bu ilişki, bireyin sürekli olarak kendi varlığını tehdit altında hissetmesine yol açar. Bu tehdidin yarattığı korku ilk insanın doğa karşısında hissettiği duygudan çok farklıdır. İlk insan, kendi topluluğundan aldığı güçle, korkuyu tek başına değil, yanındakiyle birlikte yaşıyor, savaşını da bu doğrultuda veriyordu. Feodal dönemde, köylüler, tehdidi kendi köyünden değil, dışarıdan bekliyordu. Mülk sahibi olanlar ise kendilerini son derece güçlü bir koruma altında, güvencede tutuyorlardı. Kapitalist dönemde de büyük mülkiyetler çok daha teknik donanımlı olarak koruma altındadır. Ancak en büyük zenginlikleri ellerinde tutanlar dışında, modern toplumun yeni yaşam alanı olan kentler, zorunlu karşılaşmalar alanıdır. Bu karşılaşmaları en aza indirmek için, kapitalizmin ilk yıllarından itibaren şehir plancıları kentleri bölgelere göre ayırmış ve hem sermayenin hem de politik kurumların işbirliğiyle, yerleşimleri de böyle bir mantığa göre yapmışlardır. Ama hedeflenenler her zaman sonuca ulaşamamış ve büyük nüfus hareketleri genelde planlama dışı bir yerleşim sistemi yaratmıştır. Mahalle, böylesi bir tanım içinde anlaşılabilecek yerleşim birimlerindendir.
Modern yaşamın insanı yabancılarla bir arada yaşamaya alıştırdığı Batı’nın büyük kentlerinde hemen hemen tükenen, daha çok kent çevrelerindeki gettolarda varolan mahalleler, Doğu’da hala kimlik ve toplumsal konumların, cinsiyet rolleri ya da sınıf sorumluluğu gibi durumların ilk edinildiği yerlerdir. Bu kimlikler ise sürekli olarak toplumsal, siyasal etkilenmelerle birlikte dönüşmektedir. Örneğin, Osmanlı’da çok uluslu, çok kimlikli bir kapalı toplum özelliği gösteren İstanbul mahalleleri, işgal yılları ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki çete hareketlerinin gelişimi oranında, sonraki yıllarda “külhani”, “baba”, “kabadayı” vb. sözcüklerle anılan yeni sosyal kimlikler yaratmıştır.
İstanbul’daki Cumhuriyet dönemi alt kültürünün mahalle yerleşimindeki sürekliliğini ise tarihsel bir tema üzerinden izleyerek görmek mümkündür. Karagöz-Hacivat gölge oyununun mahalle tipleri arasında da rastlayabileceğimiz bu tipler 60′ların arabeskinde kılık değiştirirler. Yine 90′lı yılların göçünden sonra, “Kırık” adını alarak bu kez başka türlü bir arabeskle kuşanan yeni tiplemeler, aynı kimliğin yeni dönem versiyonu olarak manşetleri ve üçüncü sayfaları sürekli doldurmuşlardır. Bir nevi devr-i mirasla mahalle içi ilişkilerin sürekliliğini sağlayan bu durum artık daha kurumsal yapılar arasında eriyip gider. Örneğin, kabadayılık ve babalık söylemini sürdüren mafya örgütlenmeleri ve aşırı milliyetçi gruplaşmalar, mahalli örgütlenmelere dayanırlar. Diğer yandan, Beyoğlu Güzelleştirme Derneği gibi kuruluşlar, “mahalleyi güzelleştirme” gibi eski bir söylemle, büyük projelerin altına imza atarlar. Oysa devralınan sadece “imaj”dır, öz değil. Eski mahalle kabadayıları şimdiki mafyacıların atası değillerdir, ancak şimdiki mafyacılar eski kabadayıların imajını gasp etmişlerdir. Özellikle İstanbul mahallelerinde gelişen birçok kimlik benzer yazgıya sahiptir. Mahallenin dedikoduları, kadınlar arası ilişkiler, cami ya da kahvehane ortamında oluşan ritüeller, tüketim toplumunun gelişi ve kentin eski mimari dokusunun yitirilişiyle birlikte, genellikle devre dışı kalmıştır ama bu tür geleneksel imajların hala belli etkileri olduğu için ekonomik, sosyal ve politik iktidar güçlerince kullanılır. Bu nedenle, eski mahalleliler, şimdi nostaljik sayılan mahalli özelliklerini, birbirlerine değil, kameralara yansıtırlar. Mahalleliler, medyada abartılan kimlikleriyle, birbirleriyle kamera arkasından konuşurlar. Mahalleler kamera arkasından tanımlanır, mahalleliler de bu tanıma uygun olarak, “dile gelirler.”