Modern İran Edebiyatı'nın önde gelen düzyazı ve kısa hikâye yazarı.
“Hayat hikayemde önemli bir şey yok. Başımdan ilginç olaylar geçmedi. Ne yüksek mevki sahibiyim, ne de sağlam bir diplomam var. Okulda hiçbir zaman örnek bir öğrenci olamadım; başarısızlıklar her yerde buldu beni. Nerede çalışırsam çalışayım silik, unutulmuş bir memurdum; şefleri memnun edemedim. İstifa ettim mi seviniyorlardı… bırak gitsin, yaramaz! Çevrem böyle görüyordu beni; haklıydılar belki de…”
Bu sözler, İran Edebiyatı'nın modern dünyaya açılan yüzü Sadık Hidayet'in, ölümünden birkaç yıl önce sarf ettiği cümleler... Hidayet, ölümünün üzerinden yarım asır geçmesine rağmen ardında bıraktığı bir düzine eseriyle hala etkisini ve varlığını sürdürmekte. Sefalet ve bunalımlarla geçen kısacık ömrüne, ülkesinde ve dünyada çığır açacak çapta eserler bırakmayı başarabilmiş bir yazar olan Sadık Hidayet'in edebi kişiliğine ve İran Edebiyatı'na kazandırdıklarına geçmeden önce, en az hikayeleri kadar hazin ve ibret verici olan yaşam öyküsüne bakalım:
Şahlık İranının soylu ve nüfuzlu bir ailesine mensup olan Sadık Hidayet 17 şubat 1903'te Tahran'da dünyaya gözlerini açar. İlköğrenimini Tahran'da Medrese-i İlmiye'de tamamladıktan sonra orta öğrenimini yine Tahran'da bulunan ve bir misyoner okulu olan Saint Louis Fransız Koleji'nde tamamlar. Burada Fransız dili ve edebiyatıyla tanışan Hidayet, 1925'te mühendislik eğitimi almak için Belçika'ya gider. Belçika'da aradığını bulamaz ve edebiyat okumak için Paris'e geçer. Yazı hayatına burada başlayan Hidayet ilk eserlerini burada kaleme alır. Bir ara bunalıma girerek Paris yakınlarında bir marinada hayatına son vermek için kendini denize atar fakat bir kayığın yetişmesiyle intihar girişimi sonuçsuz kalır.
1930'da Tahran'a dönen Hidayet, ailesinin nüfuzundan faydalanmak istemez ve kendi imkanlarıyla iş bulmaya çalışır. İran Milli Bankası'nda çalışmaya başlar. Bu arada arkadaşları Bozorg Alevi, Mesud Ferzad ve Mücteba Minovi'yle birlikte ‘Dörtler Grubu'nu kurar. Bir çok iş ve kurum değiştiren Hidayet, İran Şahı Rıza Şah'ın baskılarına dayanamayarak Hindistan'a gider. Hindistan'da Pehlevi Farsçasını öğrenir. İlk romanı ‘Kör Baykuş'u (Bûf-e Kûr, çev. Behçet Necatigil, Yapı Kredi Yay.) da burada yayımlar. Tekrar Tahran'a dönen Hidayet Devlet Musiki İdaresi'nde çalışmaya başlar. 1948'de Özbekistan Orta Asya Devlet Üniversitesi'nin daveti üzerine Taşkent'e gider. 1950'de tekrar Paris'e döner.
2. Dünya Savaşı sonrası İran'da yaşanan siyasal gelişmeler başlangıçta Sadık Hidayet'te bir ümit duygusu uyandırmıştı ancak bu pembe ümitler uzun sürmedi. Başbakan olan eniştesinin 1951'de katledilmesi onun için bardağı taşıran son damla oldu."Paris`te günlerce havagazlı bir apartman aradı Championnet caddesinde buldu aradığını. 9 Nisan 1951 günü dairesine kapandı ve bütün delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açtı. Ertesi gün ziyaretine gelen bir dostu onu mutfakta yerde yatar buldu. Tertemiz giyinmiş güzelce tıraş olmuştu ve cebinde parası vardı. Yakılmış müsveddelerin kalıntıları yanıbaşında yerde duruyordu."
Yılmaz Güney`in de yattığı Père Lachaise mezarlığında gömülüdür.
Tüm hayatını Batı edebiyatı çalışmalarına adamıştı Sadık Hidâyet. İran tarihi ve folklorunu araştırıyor, İran’nın kültürünü ve Doğu’nun Batı kültürü karşısındaki ezilişini yok etmeye çabalıyordu. Batı’nın birçok yazarını kendi süzgecinden geçirerek yorumladı ama en çok, Guy de Maupassant, Çehov, Rilke, E.A. Poe ve Kafka’yla ilgilendi ve bu yüzden Kafka’yla arasındaki bağ o zamanlar kuruldu. Çünkü Kafka’dan ne kadar çok etkilendiği aşikârdı. Hidâyet’in suçu yazmaktı, birçok Doğulu yazarın ortak suçu işleyip ortak cezalar aldığını ve tarihin ortak bilincine bunların kazındığı biliyoruz. O kendinden öncekiler gibi yazdı.
Hikâyeler yazdı, tarihi oyunlar kaleme aldı. Bir seyahatnameye imza attı ve dergilerde yazdıkları yayımlandı. Edebiyatı eleştirdi. Fransızcadan çeviriler yaptı. Bu çevirileri bir yana bırakırsak, onun işlediği en büyük suç İran dilini ve edebiyatını önemsemek, belki hak ettiğinden fazla önemsemek, kendi dilinin dünya edebiyatının bir parçası haline gelmesi için çalışmaktı ve bunu da başardı. Batı’nın en çok tanıdığı İranlı yazarlar arasında yerini aldı, ama kendi ülkesi ona yaşama şansı vermedi. Bunu sadece ona değil, dediğimiz gibi birçok yazarına yaptı ve Fars dili sanki yazılmak istemiyordu. Kağıtlara dökülmesi günahtı sanki bu dilin…Sadık Hidayet İran Dili ve Edebiyatını uluslararası çağdaş edebiyatın bir parçası haline getiren yazar olarak kabul edilir.
Sonraki yıllarda zamanın sosyo-politik problemlerinin de etkisiyle İran'ın gerilemesinin sebebi olarak gördüğü monarşiye ve ruhban sınıfına yoğun eleştiriler yöneltmeye başladı. Eserleri aracılığıyla bu iki kurumun suistimallerinin İran milletinin sağırlığının ve körlüğünün sebebi olduğunu gösterme çabasına girdi. Çevresine özellikle de çağdaşlarına yabancılaşan Hidayet son eseri Kafka'nın Mesajı'nda ancak ayrımcılık ve baskı sonucunda yaşanabilecek bir melankoli umutsuzluk ve ölüm halinden bahseder.
Eserleri
Öykü
1930-Diri Gömülen (Zindeh be-gur)
1931-Moğol Gölgesi (Sayeh-ye Moghol)
1932-Üç Damla Kan (Seh qatreh khun)
1933-Alacakaranlık (Sayeh Rushan)
1937-Kör Baykuş (Bûf-i kûr)
1942-Aylak Köpek (Sag-e Velgard)
1945-Hacı Ağa (Haji Aqa)